7 Temmuz 2022 Perşembe

11 . Bir Parça Huzur İçin

    

    Zaman, zengin diye tabir edilen insanlar için paradan daha kıymetlidir. Çünkü; parayı kazanabilmek için doğru stratejiler kurmak kadar zamanı da iyi değerlendirmek şarttır. İşte tam Levent Beyin zamanın bizim için uygun olmadığı bir anda ofisine giriş yaptık.

    Bahri bey önde, ben arkasında, Levent bey sekreterini azarlayarak odadan çıkarttığı esnada, sırtı bize dönük telefonda “Yeterli zamanı vermiyor musunuz? Bana. Size bankanıza olan kredinizi ödemem için ek süre vermenizi istiyorum. Yaptığım yatırımların geri dönüşü almam bu kadar süre de mümkün değil.” gibi laflar ediyordu karşısındaki şahsa.

    O anda sert tahta zeminde Bahri Beyin ayakkabılarının çıkarttığı sesleri sekreterin ayakkabılarının sesleri sanıp, “Ben sana çık dışarı dememiş miydin?” diyerek yeniden azarlamak için döndüğünde bizleri gördü.

    Sekretere yapacağı azarı Bahri beye ve yanında misafiri olarak görünen bana ettiğini telefonu kapatmasının ardından küçük bir özürle iletti Levent Bey.

    Fiziksel olarak Levent Ataman, kırlaşan saçları ve acımasızca geçen yıllara rağmen yaptığı ufak göbeği ile yaşıtlarına göre gayet iyiydi. Esprili, konuşurken karşısındaki süzen sorgulayan gözlere, politika ve iş dünyasında edindiği tecrübe ile her şeyi anında çözümlemeye ulaştırmaya çalışan keskin bir zekaya sahip bir adama benziyordu. Muhabbeti sevdiği ve dostlarına değer verdiği belliydi.

    Bahri beyi ve beni, meşe ağacından yapılmış olduğu anlaşılan parlak cilalı büyük masasının önündeki ofislere özel koltuklarına doğru buyur edip, doğrudan konuya girdi.

    - Hayırdır Bahri'ciğim. Sen uğramazdın şu aralar yanıma. Yoksa yine parayı mı? İhtiyacın var. Yoksa başka şeyler mi?

    Cevap vermeden önce elinin çenesinin altında ovuşturan Bahri Bey:

    - Sana genç bir adam getirdim. Holdinginin yönetici pozisyonlarında boşluk olduğunu ve sağlam yardımcılara ihtiyacının olduğunu bildiğim için Bora ile tanıştırmak istiyorum seni.           

    Bora ile Levent Ataman'ın tanışmasından önce aralarında Levent beyin vicdanını rahatlatmak için ödediği para ve Bora'nın da gerçeği öğreninceye kadar birbirinden habersiz iki kaderi yaşamaktadırlar.

    Levent Ataman, yurtta okuyan oğlunu son 5 yıldır görmemektedir. Ne şartlarda yaşadığını tahmin etmesine rağmen, hangi okulu bitirdiğini ve ne yaptığını bilmemektedir. Bora ise; aslında dört yıl öncesine kadar Tuğsal Demirdöven olan kimlikteki bilgilerini, Ahmet amca vasıtası ile şuan kullandığı Bora Sağlam olarak değiştirmiştir.

    Bora'nın kurum müdürü Ahmet Yurtsever ise; Levent beyin bir iki yüz yüze görüşme dışında ve arada açtığı telefonlarda; çocuğun sağlık durumu ve benim mutlu olup olmadığım üzerinde bilgi alıyordu. Okulum hakkında Ahmet amca pek bilgi vermemişti. Eğitim ile ilgili sorulan sorulara ise; dersleri iyi diyerek geçiştiriyordu. Teferruata girmemelerinin nedenine gelince; her iki adamda zorunlu nedenlerle görüştüklerinden ve birbirine ısınamadıklarından pek iyi değildi aralarındaki diyaloglar. Bu yüzdendir ki: Bora hakkında çok önemli bilgileri sahip değildi Levent Bey. İşte bu eksiklik aslında kendisine yaklaşan büyük tehlikenin farkına varmamasına neden olacaktı.

    Levent Bey en son Bora'yı, Tuğsal olarak 12 yaşlarında görmüş. Onun dışında İsviçre bankalarında bulunan kara paralarından küçük bir hesabı Bora'nın kaldığı Çocuk Esirgeme Kurumu'nun müdürü olan Ahmet Yurtsever'in hesabına verdiği talimatlar doğrultusunda her ay düzenli para havale etmiştir.

    Geçen bu süre zarfında ne Bora (Levent Ataman'ın bildiği önceki adıyla Tuğsal) gerçek babasının hayatını, ne de Levent Ataman'da bu isim değişikliği nedeni ile Bora'yı tanıyamamaktadır.

    Oturduğu yerden doğrulan eski bakan, yeni iş adamı Levent Bey hal hatır sormanın ardından, ne mezunu olduğumu ve öncesinde ne gibi işlerle uğraştığımı sordu.

    Kara Harp Okulu mezunu olduğumu, görev yerimin aslında belli olmasına rağmen askeri kariyeri bırakıp, iş hayatına atılmak istediğimi söyledim.

    İş deneyimimin ise; ufak tefek işlerin dışında olmadığını, ancak anadilim gibi İngilizce ve Fransızca'ya sahip olduğumu, iş hayatına da şans verilmesi halinde kısa zamanda adapte olabileceğimi, eğer yeterli performansı sağlayamam halinde kendisinin çıkışımı vermeden işten ayrılacağımı söyledim.                         İlk tanışma beklediğimden de iyi geçmişti. Sözde biyolojik babam olan Levent Ataman'ı yakından ilk defa böylece görmüştüm. Beklediğimin aksine gazetelerde çıkan fotoğraflarına göre daha genç ve daha dinç bir adamdı. Kel olmasına rağmen, kafasının tamamını kazıtmıştı. Düzenli olarak berberine bunu yaptırdığı belliydi. Fiziksel olarak dazlak olması çoğu insana yakışmamasına karşılık ona başka bir hava ve yaşını belli etmemesini sağlıyordu.

    Gerçekte yaşı elli iki olmasına rağmen kırk yaşında gibi gösteriyordu ve konuşmalarında sıkıcı olmaktan çok esprili olma gayretini gösteren birisiydi. Sağlığına dikkat ettiği ve aile hayatına önem verdiği konuşma aralarında anekdot olarak veriyordu karşısındakine. Eşi Gülşen hanımdan, oğlu Barış'ın yazılarından ve piyanist olan kızı idil'in başarılarından bahsederek ailesinden memnun olduğunu dile getiriyordu. Ancak ailesi ondan bu kadar memnun değildi. Gülümseyerek araya giren Bahri bey bunu bilhassa belirtmek için:

    - Eşinin ve çocukların senin onlardan mutlu olduğu kadar mutlu olduğunu sanmıyorum Levent. Şu son olaylar epey.

    Canının sıkıldığını belli etmemeye çalışan ve bunu aslında bir hayli belli eden Levent Ataman, Bahri beyin cümlesini tamamlamasını izin vermeden:

    - Bunlar ailevi konular, misafirinin yanında konuşmayalım istersen. İş konusuna dönelim. Bu genç adamı yıllardır süren dostluğumuz ve senin hatırın için işe alıyorum. Umarım seni utandırmaz ve beni de kendisini işten attırmak zorunda bırakmaz.

    Alçak gönüllü olmaya çalışan Levent Bey bir anda değişebileceğini böylece göstermiş oldu bana. Bahri Bey ise; alışıktı böyle tavırlarına.

    - Yine her zamanki gibi formundasın. Bora'ya güveniyorum. Bende kendisini tanıyalı daha bir iki gün oldu. Yalnız insanları azda olsa tanıdığıma inanıyorum. Deneme süresinden sonra kararı sana bırakıyorum. Devam etmesine veya işten çıkartılması konusunu.

    Masasının ikinci gözündeki özel yapım Küba purolarının içinde bulunduğu ahşap puro kutusunu çıkartıp, içinden birini alarak, önce dışındaki ince ambalaj poşetini yavaşça çıkarttıktan sonra, elindeki puronun alt kısmını aletle küçük bir delip, çakmağıyla yaktı. İlk dumanı içine çekip verdikten sonra kaşlarını kaldırarak:

    - Hayatta herkesin bir şansa ihtiyacı vardır. Tabii bu şansı elde etmek çok zordur. Her zaman ele geçmez fırsatlar. İnsanın kendi şansını kendisinin yarattığına inanırım. Bora genç, yakışıklı, kuvvetli ve zeki bir adama benziyor. Anlayamadığım tek bir nokta var Bahri'ciğim.

    Merakını gidermek isteyen Bahri Bey "Nedir o?" deyip, sakince ne soracağını bekledi.

    Tam istediğin gibi bir adam ararken piyasa da o sana tesadüf eseri de olsa sana denk gelmişken, kendi şirketlerinde değil de benim şirketlerimde çalışmak için bana getiriyorsun?

    Ta ilk başından bu soruyu soracağını benim kadar Bahri beyde biliyordu. Muhabbetin sonuna saklamıştı.

    Ne diyeceğini düşünmek için dört beş saniyenin geçmesini bekleyen Bahri Bey, bu zor soruya:

    - Ben halkın içine karışan biriyim Levent. Sense değilsin. Ha Bora gibi bir elemanı istesen piyasa araştırması ile pekala bulabilirsin. Ortalığın binlerce diplomalı işsizle kaynadığı bir ülkede aradığını bulmakta zor değil. Fakat bu genç adamın patron olarak tercihi ben değilim. Seninle çalışmak istiyor. Eğer senin şirketinde deneme süresinde memnun kalmazsan. Seve seve bende çalışabilirim. Benim açımdan beni öven güzel bir cevaptı.

    Levent Bey, bu cevaptan tatmin olmuşa benziyordu. Yalnız bir anda fikrini değiştirdiğini belli ederek bana başka bir teklifte bulundu.

    - Kara Harp Okulu mezunuydun. Şuan görevine devam etseydin teğmendin değil mi?

    Onay cevabımı "Evet efendim" diyerek verdim.

    Yakın korumasından memnun olmadığı söyleyerek sözüne:

    - Seni yakın korumam yapmak istiyorum. Böylesine işlerde tecrüben olmadığını biliyorum. Seni yakın korumam olarak üç ay denedikten sonra eğer memnun kalmazsam şirketlerimde istediğin pozisyonlarda deneme süresini geçtikten sonra çalışabilirsin. Para konusuna gelince para benim için can güvenliğim olduğunda son planda kalır. İstediğin her neyse rakam olarak veririm. Tabii yakın korumam olmayı başarabilirsen.

    Ani cevaplar vermeyi sevmediğimden, kendisinden bu teklifi düşünmek adına:

    - Güzel. Aynı zamanda düşünmemi gerektiren bir teklif. Beni onurlandırdınız. Fakat süre istiyorum sizden. Tabii uygun görürseniz.

    Akıllı cevaplara tahammülü olduğunu söyleyip, bana düşünmem için iki gün süre verdi Levent Ataman.

    Ofisten çıktığımızda, odasının önündeki kapının sağında koltukta sızmış olan yakın korumasının silahını neredeyse düşmekte olduğunu görüp, Bahri Beye sessizce:

    - Bir şey yapmam gerekli. Tabii siz karşı çıkmazsanız.

    Bahri Bey:

    - Saçma sapan bir şey değilse tabii yapabilirsin.

    Yere eğilip, derin uykuya dalmış olan Levent beyin yakın korumasının silahını, kılıfındaki açma bölümünü yavaşça açıp, Glock marka silahı çok dikkatli şekilde çekip elime aldım. Levent Ataman'ın odasının kapısını çalmadan önce belimin arkasına silahı sokup direkt içeriye girdiğimde Levent bey purosunu içmeye devam ediyordu. Masasına yaklaştığımda kapıyı çalmadığımdan ötürü:

    - Kapımı çalmadan içeri giremezsin. Çık dışarı kapıyı çal ve içeri gir dediğimde gelip ne istediğini sonra söyle.

    Cevap vermeden elimi belime götürüp silahı olduğu yerden çıkartıp, masasının üzerine koydum.

    - Glock marka, çok hafif, sağlam, 9 mm çapında mermilere sahip, şarjörün hepsi dolu ve emniyet mandalı açık. Korumanız az önce kapıdan çıktığımda koltukta uyukluyordu. Kendisinden silahını sessizce aldım ve rahatça odanıza girdim.

    Şaşkınlığını üstünden atıp masasına koyduğum silahı alarak "Nasıl olur böyle bir şey" diyerek kapıya doğru yöneldi. Ofisin içinde çalışan personeline aldırış etmeden yakın korumasını uyukladığı koltuktan tartaklayarak "Uyan be adam. Sana uyu diye mi? para veriyorum"

    Koltukta yayılmış şekilde uyuyan yakın koruması ne olduğunu anlayamadan apar topar ayağa fırladı. "Buyrun beyim." dedi.

    Elindeki silahı yakın korumasının gözüne sokarcasına gösterip "Senin silahını biraz önce bu adam, kılıfından sen uyurken çıkartıp bana getirdi. Eğer beni öldürmeye çalışan biri olsaydı ben şuan hayatta değildim."

    Bunları söylerken Levent Ataman, kafası önde olan yakın koruması kekeleyerek "Efen.. efend.. Özürr diler..." gibi cümleler kurmaya çalışıyordu.

    Çok sinirlendiği yüzünün her hattından ve gerginliğinden ofiste bulunan herkes fark etmişti. Levent bey, elindeki silahı ileri geri sallayıp eski yakın koruması olacak adama: "Defol! Defoool. Aptal herif seni" diye bağırmaya başladı.

    - Yüzüm seni görmesin. Yoksa seni ben öldürürüm dangalak herif. diye söylenmeye adam gittikten sonra da devam etti.

    Yakın koruması oradan kaçarak uzaklaştığı sırada, muhasebe şefini yanına çağırdı. Muhasebe şefi yanına geldiğinde:

    - Bu adi adamın ne kadar maaşı varsa kesin gitsin. Eğer maaşımı almadım diye buralarda görürsem. Önce seni ellerimle boğarım. Sonra da onu vururum. Duydun mu? beni.

    "Şimdi ödemeyi yapıp, çıkışını veriyorum Levent Bey" dedi muhasebe şefi.

    Başta Bahri bey ve ofis çalışanları şaşkınlık içindeydi. Bahri bey ile beni odaya davet ettiğinde Levent Bey, Bahri bey işlerinin olduğunu söyleyerek müsaade istedi ve yanımızdan ayrıldı.

    Odaya döndüğümüzde:

    - Artık yakın korumamım sen olmanı istiyorum. Eğitimin var mı? bu konuda.

    İşte aradığım fırsat önümdeydi. Hemde çok farklı yollara başvurmama gerek kalmadan.

    - Teklifinizi reddetmemin imkanı yok. Eğitim konusunda içiniz rahat olsun. Daha dün askeriyeden istifasını vermiş bir teğmen duruyor karşınızda.

    Baya etkilenmiş gözüktüğünü simgelemek adına, ağzında memnuniyetini belirten o küçük kıvrım oluştuğunda;

    - İşte buna sevindim. Hem üzülme yöneticilik için 10 sene uğraşmak yerine yanımda daha kolay yerlere gelirsin. Eğer işini hep böyle iyi yaparsan. Şimdi ilk işin muhasebeye gidip iş başlangıcını vermen ve ne kadar maaş istiyorsan söylemen. Önceki korumalarımın maaşlarını ben belirliyordum. Ancak böyle bir olay ilk defa başıma geldi ve bunu sen tespit ettin biraz önce.

    "Teşekkür" edip odadan çıkacağım sırada bana seslenen Levent Bey:

    - Senin teşekkürüne karşılık ben teşekkür etmek istiyorum. İşe başlamadan önce önceki güvenliğin aldığı dört ikramiyeyi de alman için şimdi telefon açıp bildireceğim muhasebeye ve şu silahı da al lütfen. Artık o senin.

    Tekrar masasına yaklaşıp silahı aldım. Odadan çıkmadan önce belime koydum. Levent bey odadan ayrılmadan önce:

    - Hayırlı olsun yeni görevin. Eğer benden istediğin bir şey olursa bu muhasebe şefinden direkt cebimi al. Bir şey olursa benim sana ulaşabileceğim numarası ise yine kendisine bırak.

    İkinci kez teşekkür edip, odadan bu sefer çıkma şerefine erişmiş olmuştum. Odadan çıktığımda kafamda iki soru vardı. İçeri ilk girdiğimde ve biraz önce çıkmadan önce çok rahat bir şekilde intikamımı alabilirdim. Fakat bunun böyle kolayca ve kendisini sorgulamadan vermek istemiyordum. Yani kolayca onu öldürmek, aslında intikam değil. Kendisine bir ödül vermiş olacaktı benim için.

    Yanıma gelen kısa boylu, şişman, gözlüklü muhasebe şefi:

    - Bora bey değil mi? Yeni yakın koruması Levent Bey.

    Patronlarına yağ çeken ve konuşurken karşısındakine sırıtan insanlardan nefret ediyordum. "Evet" deyip gösterdiği yoldan muhasebe şefinin odasına doğru yürümeye başladık. Ofiste çalışan tüm personel yanlarından geçerken kafalarını kaldırıp bana bakıyordu kaçamak bakışlarla.

    Muhasebe şefi sözüne devam edip:

    - Ben Ataman holdinglerinin tümüne bakan muhasebe şefiyim. Adım Mehmet Bulut. Şimdi işe giriş işlemlerinizi yapacağım. Beyefendinin telefonunu size vereceğim. Sizin numaranızı da almamı istedi.

    Bunları söylerken odasına gelmiş bulunuyorduk. Odanın kapısı açıktı. Genel bir uygulamadaydı. Şeffaf çalışmaya inanıyordu Levent Bey. Kendisinin odası dışında ve evrakların bulunduğu özel odalar dışında kapıların hepsi kaldırılmıştı holding de.

    Kapısı olmayan odaya girip, muhasebe şefi ile giriş işlemlerini yapmaya başlamıştık. Açık kapıdan genç bir bayan içeri girip:

    - Mehmet bey kolay gelsin. Babam burada mı?

    Oturduğu koltuktan aniden kalkan muhasebe şefi, saygı göstergesini panayırdaki eğitilmiş foklar gibi göstererek:

    - İdil hanım hoş geldiniz. Babanız burada efendim.

    Levent beyin kızı olduğunu böylece öğrenmiş olduğum İdil hanım, muhasebe şefinden aldığı cevapla kendisine bir şey söylemeden tam geçip gidecekken bana birkaç saniye bakıp, sanki önceden görüp de birini çıkarmışçasına baktı. Sonra oradan ayrılarak gitti.

    Ayakta olan muhasebe şefi bir rüyaya dalmışçasına giden Levent beyin kızının arkasından bakıyordu.

    Kendisini uyarmak ve birazda dalga geçmek için:

    - Hey oturabilirsin artık. Kız gitti.

    Güzel bir rüyadan uyanan her insanın yaptığı ve şuan ki durumda da utanması gerektiğini anlayan muhasebe şefi yerine ta deminki mutlu halinin aksine mutsuz şekilde oturup işine devam etmek zorunda kalmıştı.               

    Yaklaşık yirmi dakika önce intikamını almak istediğim biyolojik babam ile yakın koruması için aldığım teklifi, ufak bir gösterin ardından kabul etmiştim. Kızı İdil'i ise; daha iki üç dakika yakından görmüştüm. Tanışma şerefine daha erişememiştim. Ama eminim ki: yakın zamanda kendisi ile Levent beyin koruması olmam münasebeti ile tanışmış olacaktım.

    İdil hanıma gelince; babasına pek benzemiyordu. Güzelliğini ve yeteneğini annesi Gülşen hanımdan aldığı belliydi. Uzun boylu, buğday tenli ve kendisine has beline kadar uzun olan siyah saçlara sahip biriydi. Ekstra sayabileceğim özelliklerine hoş bir fiziğe sahip olmasının dışında konuşurken insana sempatik gelebilecek bir ses tonuna sahip olması da eklenebilirdi.

    Tüm bu saydıklarımın dışında dünya da tanınmaya başlayan gerçekten yetenekli, gelecek vaat eden genç bayan piyanistlerin içinde olmasıydı. Onun dışında zenginliğin tadını çıkaran, şımarık olmayan ve düzenli ilişkilere önem veren biri olduğunu yaptığım araştırmalarda öğrenmiştim.

    Ne demişler. Düşmanını yakından tanımayan, onu zamanla yakınında hissetmeye başladığında, giriştiği savaşta düşmanını iyi tanımadığı için manevra hatalarına düşer.  Neticesinde kötü sonuçlar almaya başlar.

    İşte bu hatayı yapmamak için Ataman ailesi hakkında  ayrıntılı şekilde araştırma yapmaya çalışıyordum. Son günlerimde boş bulduğum zamanlarda evde internette ulaşabildiğim bilgileri yazıcıdan çıktı olarak klasörlere  topluyordum.  Magazin haberleri, iş dünyasında Levent Ataman'ın yeni yatırımları, başarıları ve plaketler, ödüller. Aile üyelerinin verdiği röportajlar. Her türde bilgiyi okuyup, işime yarayabilecek olanları ayrı bir deftere not alıyordum. Unutmamak ve sürekli okuyup aklımda kalması açısından bu iyi oluyordu.

    İş hayatı ve özel hayatlarının magazine yansıyan bölümlerde çok ilginç bilgilere ulaştım. Levent Ataman son iki yılda ondan fazla kadınla anılmış. Fakat hiçbiri ile magazine yakalanmamış biri hariç.

    En son çıktığı ve magazine düşen Faslı güzel. Eşi ile boşanacakları, bu Faslı güzel evleneceği baya yankı uyandırmış sosyetik çevrelerde. Eşi Gülşen Hanımsa; verdiği son röportajda; “Her erkek evliyken başka kadınlara ilgi duyar. Önemli olan hangi kadınlarla birlikte olduğu değil. Hangi kadına döndükleridir.” diyerek aslında durumu kabullendiği ortaya koymuş monoton evliliklerinde.

    Gülşen Hanımın ise; görev yaptığı özel hastane de; klinik doktorlarından biri ile düzeyli bir ilişki yaşadığı ve eşinin de bu durumdan haberdar olduğu sosyete çevrelerinde uzun süre konuşulmuş. 

    Yaptığım araştırmaları düşünürken o sırada muhasebe şefi düzenlediği işe giriş formunu önüme koymuştu. Sırıtık tavırlarla, yıllarca bu koltuğa sahip olabilmek için uğraşmış olan muhasebe şefi gözlüklerini aşağıdan yukarıya ittirdikten sonra:

    - Çok şanslı bir adamsın. Kolay kolay Levent bey öyle herkesi yakın koruması yapmaz. Sende boylu poslu güçlü bir adamsın. Bahri bey sayesinde mi? Hallettin işi.

    Asalak gibi burnunu kendi işi dışında başka işlere sokan insanlardan nefret etmişimdir. Tiksinti ile karışık  kendisini tiye aldığım belli etmek için muhasebe şefine şu cevabı vermeyi uygun gördüm.

    - Benim bildiğim muhasebe şefleri sadece muhasebe işlerini yapar ve burunlarını başka işlere sokmaz. Sen öyle değilsin anladığım kadar. Kendine dikkat etmelisin. Çünkü; bu burun bir gün kapı arasına sıkışabilir.

    Sözlerime korku ile karışık bir cevap vermek istemeyen ve o anda bocalamakta istemeyen muhasebe şefi ihtiyatlı olarak:

    - Formu imzaladıysanız; benim yapmam gereken işler

    Sözünü tamamlamasına izin vermeden gözlerimi, gözlüklerinin arkasında saklanan gözlerine diktim. Sözüne devam etmeyip susmayı tercih etti böylece. Bende önümdeki formu imzalayıp  oradan ayrıldım.

    Holdingin ana kapısından çıkıp geri dönüp büyük harflerle yazılmış “ATAMAN HOLDİNG A.Ş.” yazısını gördüm: Kışın bitmesine pek fazla Bir şey kalmamıştı. Günler su gibi akıp geçiyordu ömrümüzden.

    Ve o anda içimden geçen karışık duygular bana  şunu  hissettiriyordu.

    Sen hayatı tek başına hayatı göğüslemeye çalışırken, Ataman ailesi holdinglerinin ve emrinde çalışan binlerce çalışanlarının onlara sundukları zengin hayatı istedikleri gibi yaşamak için sayısız tercihlerinde zorlanıyordu. Şu partiye mi? gitsek. Bayram tatilinde yurt dışında hangi otelde kalsak?

    Ne kadar farklıydı değil mi? İnsanların hayatı. Kimisi “Arabamı hazırlayın!” diyebiliyorken Levent bey gibi. Kimisi de “Abi 25 kuruş eksik binebilir miyim? minibüse.” diye soruyordu.

    Aradaki uçurumlar bu kadar anlaşılır ve keskindi işte. Şimdi intikam zamanıydı. O tatlı hayatlarının içine yavaş yavaş acı tatları karıştırmaya başlayacaktım. Geçmişimin intikamını Levent beyden ve ailesinden almaya başladığımda bakalım ne yapacaklardı. O zamanda dününü aramayan, bugünü istedikleri gibi yaşayan ve yarınları umurlarında olmayan bu insanların tavır ve davranışları değişecek miydi? Bunu gerçekten merak ediyordum.

    Yaşayıp görecektik hep birlikte...

    İşte böyle ayrıldım Ataman Holding’ten. Otoparka yürüyüp arabamı bulduktan sonra eve dönmek için yola koyuldum. Direksiyonda sıkışık trafikte ilerlemeye çalışırken büyük tabelalarda Ankara ve İzmir'i işaret ediyordu. Kaçıp gitmek istiyordum bu şehirden ve tüm olanlardan. Ne yazık ki: hiçbiri olamazdı. Yüzleşmem gerekiyordu geçmişimle ve onun kirli hesaplarıyla. Bunları düşünürken teybimin radyosunda Zülfü Livaneli'nin o çok sevdiğim parçası çalıyordu.

                    Gün olur alır başımı giderim,

                    Yelkovan kuşlarının peşi sıra...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yap: