20 Aralık 2013 Cuma

Adalete Dayanmayan Kuvvet

Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir. B.Pascal

    Gazeteler ikiye bölündü. Hükümetin tarafını tutanlar, diğer tarafta muhalefetin lehine yazı yazanlar...

    Adalet arayan milyonlar, oy veren onca yurttaş, televizyonlarda dönen bir sürü laf-ı güzaftan zırvalıktan, artık herkes bıktı bu tiyatro oyunlarından,

    Sade bir vatandaş olarak kimsenin tarafında değilim. Yani bitarafım. Soruyorum sizlere sabah tarlayı çapalayan köylü Hatçe abla adına, devletine hizmet eden memur Ali adına, veresiyelere rağmen dükkanının kapısını açık tutan Mehmet amca adına, onlarda kuşku içinde soruyordur eminim.

    Dini kullanıp devlet bankaları başta olmak üzere özel bankaları da dolandıranları,

    İki günde köşeyi dönen bürokratları,

    Memleketin her yerini kendi arka bahçesi sanan tüm iş adamları ve siyasileri,

    Sonu gelmeyen ceza davaları, masumu süründüren, kaçakçıyı kral, yoksulu daha da yoksul hale getirenleri, yani bu düzeninin içinde olan onca üçkağıtçıları halk artık sinesinde bir yara olarak istemiyor, bırakın halkı hak katında yerleri olmayacakların koltuklara yapışıp kalmaları kanımı donduruyor.

    Ve yazımın girişinde Pascal'ın bir sözünü kondurdum. Adaletle ilgili böyle anlamlı tonla söz söylenmiş. Pekala gereğini yapan nerede bizim memlekette. Yurt dışında olsa bırakın istifayı ülkesini terk ederdi o bakan veyahut siyasi. Afrika kabile devletleri bile bizden daha demokrat.

    Ha ayrıca muhalefet -nasıl eleştireceğini değil. Nasıl öldürürüm iktidarı onun derdinde. Bu da değil demokrasi. Çünkü: onlarda tam olarak nedir? ne değildir? bilmiyor demokrasiyi. Yani anlayacağız iktidar ve muhalefet ikisi de birbirinden beter.

    Ama adalet düzeni sağlayamazsa, düzen kendi adaleti sağlar. Toplum bilinci bu fikri ortaya koydu çok kısa bir zaman önce buna şahit olduk. Taksim Gezi Parkı olayları biraraya gelemez denen toplulukları tek çatı altında toplamayı başardı. Tabular yıkılmaya başladı böylece.

    Bakan çocukları, iş adamları, belediye başkanı ve daha niceleri...

    Bunlar o kirli denizden sadece bir damla...

    Umarım yakında buzdağının altıda üstü gibi tüm olana bitene rağmen cesaretle üstüne gidilerek olay kamuoyu vicdanına teslim edilir -adaletle...
    
    Ha unutmadan ekleyeyim. Adalet bir gün hepimize lazım olabilir beyler. Hele de bu canım memlekette...

16 Aralık 2013 Pazartesi

Sınıflarımız (PISA) Testini Geçemedi, Sınıfta Kaldı


Çarpım Tablosu


    Kara tahtalı, tebeşirli öğrencilik yılları geride kaldı. Hey gidi günler diyecek kadar yaşlı değilim. Fakat insan yine de geçmişe dair iyi olan her şeyi özlermiş.

    Altta verdiğim istatistik bilgilerini okumadan önce okul dönemimizde sınıflarda hep bir gürültü, haşarılık, haylazlık, hababam sınıfı modu neredeyse hepimiz geçirmişizdir. Anlaşılan dünden bugüne fazla bir şey değişmemiş. (PISA) testi bize bu sonucu veriyor beyler, bayanlar...

    “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA)” adıyla, Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkelerin ortaöğretimdeki eğitim kalitesi üzerine en önemli referans araştırmasını yapan kuruluşlardan biri.

    Paris’te 2012 yılına ait açıklanan sonuçlara göre, Türkiye genel kategoride 65 ülke arasında 44’üncü sırada yer alabildi.

    Devlet okulu veya özel okul ayrımı gözetilmeksizin 15 yaştan büyük 400 bin öğrencinin katılımıyla gerçekleşen araştırmada, ‘matematik’, ‘metin anlama’ ve ‘fen bilimleri’ alanlarındaki seviye değerlendirildi.

    Temel matematik formüllerini anlamada 62, formel matematikte 25 ve uygulamalı matematikteyse 30’uncu sıradayız.

    Fen bilimlerinde 42, metin okumadaysa 40’ıncıyız.

    Maalesef her üç alanda da OECD ortalamasının gerisindeyiz.

    Araştırmanın birincisi Çin oldu.

    Onu, Singapur ve Hong Kong izledi.

    OECD; 2000, 2003, 2006 ve 2009 yıllarında da üyelerini PISA testinden geçirmişti.

    2003’ten 2006’ya dek düşüş yaşamıştık. Son altı yılda artış trendindeyiz.

    Raporun Türkiye'ye ayrılan kısmında, “Türkiye düşük performans gösteren öğrenci ve okulları hedef alan politikalar izleyerek, en çok ihtiyacı olan bölgelere ve okullara kaynak ayırdı. Kısa bir süre içinde gözle görülür başarı katedilebileceğini ortaya koydu.” ibaresi yer alıyor.

    Türkiye raportörü Francesco Avvisati, sınıf disiplini eksikliğinin bizim için ciddi problem olmaya devam ettiğini belirtiyor: “Son 10 yılda bu şikayetler azalmış olsa da, hâlâ öğretmenlerin sınıfta sessizlik sağlayarak derse başlamakta zorlandığı az sayıdaki ülkelerden birisi.”

12 Aralık 2013 Perşembe

Ahmed Arif'ten Leyla Erbil'e Mektuplar


    Ahmed Arif’in ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ kitabındaki şiirlerin önemli bir bölümünün temmuzda kaybettiğimiz ünlü yazar Leyla Erbil’e yazıldığı ortaya çıktı. Arif’in Erbil’e yazdığı mektuplar “Leylim Leylim” isimli kitapta toplandı.

Leylim Leylim – Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar 

1954-1959 -ve 1977’de Son Bir Mektup, Ahmet Arif, 

Türkiye İş Bankası Yayınları



    İşte büyük şairin yine Leyla'sına yazmış olduğu bu kitaba ismini veren Leylim - Leylim şiiri;

Leylim - leylim dünyamızın yarısı
Al - yeşil bahar,
Yarısı kar olanda
Gene kavim - kardaş, can - cana düşman,
Gene yediboğum akrep,
Sarı engerek,
Alnımızın aklığında puşt işi zulüm
Ve canım yarı geceler
Çift kanat kapılarına karşı darağaçları,
Mahpusanede çeşme
Yandan akar olanda,
Gelmiş yoklamış ecel
Kaburgam arasından.
Yoklasın hele...

Çağıdır, can dayanmaz,
Çağıdır, en çatal, en ası,
Cehennem koncası memelerinin.
Çağıdır, kırk gün - kırk gece
Kolların boynuma kement,
Ha canım kötüye inat...
Vah ki ne desem,
Kurşunları namlulara sürülü,
İ'kelleri kan,
Baskıncılar uykumuzu yıkar olanda,
Alır yüreğim:

Yankın yasak, aynalara.
İnemem bahçende talan,
Tam, boş yanı bu, derim namussuzun,
Tam, bıçağım cehennem gibi güzelken,
Aklıma düşüyorsun
Ellerim arık...

Bilmiş
Bütün zula'lar
Eğri hançer, kara mavzer, kan pusu.
Ve insan düşüncesinin o en orospu,
O en ayıp, frengili yemişi,
Çıldırtılmış uranyum
Bilmiş,
Bilsinler!
Sana nasıl yandığımı
Uuuuy gelin...

İşte kan tutmuş korsanlar,
Haramla beslenmiş azgın,
Düzmece peygamberler
Ve cüceleri
Ve iğdiş ve aptal kölelerine karşı,
İşte bir kez daha
Bu can bendeyken,
Delin, divanenim işte
Uuuuy gelin...

Bu yasaklar,
Firavun kalıntısı.
Yoksun,
Akdan - karadan.
Gizline, canevine kurulu faklar.
Gün ola, umut kesip korkunç yetinden,
Murdar tutkusuna dünyasızlığın,
Gün ola, düşesin bekler.
Düşme!
Ölürüm...
Gözlerinden, gözlerinden olurum.

Leylim - leylim
Ayvalar, nar olanda
Sen bana yar olanda.
Belalı başımıza
Dünyalar dar olanda.

29 Ekim 2013 Salı

Türkiye Cumhuriyeti 90.Yaşında

    Sultanlarla, halifelerle yönetilmiş ve yönetilen memleketlerde vatan için, millet için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır. Bu çoğu kez kolaylıkla sağlanagelmiştir. Meclislerle yönetilen memleketlerde de, en öldürücü taraf, bazı milletvekillerinin yabancılar adına ve hesabına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet meclislerine kadar girebilmek yolunu bulabilen vatansızlara tesadüf etmenin uzak bir ihtimal olmayacağına, tarihin bu konudaki örnekleriyle karar vermek zorunludur. Bunun için millet, vekillerini seçerken, çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Milletin hatadan korunması için tek güvenilir çare, düşünce ve hareketleriyle milletin güvenini kazanmış siyasal bir partinin seçimde millete rehberlik etmesidir. Genellikle millet bireylerinin, adaylıklarını ortaya atan her kişi hakkında karar vermeye yarayacak güvenilir bilgi ve isabetli görüşe sahip bulunacağını kabul etmek, teorik olarak tasarlansa bile, bunun tamamen doğru olmadığı, deneyimlerin deneyimleriyle inkâr edilmez bir gerçek olmuştur. (1927); (Nutuk 11, s. 501-502)

Mustafa Kemal ATATÜRK, devlet erkanı ile birlikte ilk kurucu mecliste

    Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar. (1933, Cumhuriyet Bayramı açılış konuşmasından)

23 Ağustos 2013 Cuma

Sait Faik'ten 'Mahalle Kahvesi'

Sait Faik ABASIYANIK'ın, 'Mahalle Kahvesi' adlı eseri

    Ruslar için bir Anton Çehov ne ise; Fransızlar için bir Honoré de Balzac ne ise;
Türkler için de bir Sait Faik Abasıyanık aynısıdır.

    Dünyaca pek tanınmamış olmaması rağmen birkaç kitabını okumuş biriyim.

    Sait Faik insanı olduğu hali ile tanıyabilen ve kitaplarında olabildiğine sadelikle aktarabilen en iyi yazarlarımızdan.

    İşte bu nedenledir ki: Türk Edebiyatı ve okuru için öykücülüğümüzde önemli bir yere sahiptir.

    Eğer şimdiye kadar kitaplarından birini okumamışsanız. Şanslı bir kitapsever değilsin arkadaş. İşte bu noksanlığı Mahalle Kahvesi'ni okuyarak tamamlayabiliriz.

    1950'de yayımlanmış bir Sait Faik Abasıyanık kitabı.

    İçindeki hikayeler sırasıyla şöyle:

    - Mahalle Kahvesi

    - Plajdaki Ayna

    - Uyuz Hastalığı Arkasından Hayal

    - Dört Zait

    - Hallaç

    - Baba-Oğul

    - Karanfiller ve Domates Suyu

    - Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?

    - Bir Sarhoşluk

    - Kınalıada'da Bir Ev

    - Süt

    - Gramofon ve Yazı Makinesi

    - Barometre

    - İzmir'e

    - Kış Akşamı, Maşa ve Sandalye

    - Bir Bahçe

    - Bir İlkbahar Hikayesi

    - Sakarya Balıkçısı

    - Kestaneci Dostum

    - Söylendim Durdum

    - Ermeni Balıkçı ile Topal Martı

    - Sinağrit Baba

15 Ağustos 2013 Perşembe

Koli Bandı, İki Beden ve Tek Yürek

Pascol Honore, Tyron Swan

    Pascol Honore geçirdiği araba kazası sonrası belden aşağısı felçli olan bir insan.

    Tyron Swan isimli genç ise ünlü bir sörfçü.

    Pascal Honore'ı sırtına koli bandı ile bağlamış.

    Beraber sörf yapmanın keyfini yaşatmak istemiş felçli kadına.

    İşte engel tanımayan iki insanın fotoğrafları.


Tyron Swan, Pascal Honore

  Gerçekçi ol imkansızı iste. - Che Guevara

25 Temmuz 2013 Perşembe

Norveç Kitap Kulüplerine Göre En İyi 100 Kitap


Norveç Kitap Kulüplerinin 54 ülkeden birçok yazarın katılımıyla belirlediği en iyi yüz kitabı listesi yapılmış. Yazarlar arasında Salman Rüşdi, Milan Kundera, John Le Carre, John Irving, Nadine Gordimer, Carlos Fuentes gibi isimler bulunuyor. En çok oyu Don Kişot'un aldığı liste şöyle:

Kütüphane de uykucu bir kedi

- Chinua Achebe / Ruhum Yeniden Doğacak

- Hans Christian Andersen / Masallar

- Jane Austen / Aşk ve Gurur

- Honore de Balzac / Goriot Baba

- Samuel Beckett / Üçleme: Molloy / Malone / Adlandırılmayan

- Giovanni Boccaccio / Decameron

- Jorge Luis Borges / Toplu Eserleri

- Emily Bronte / Uğultulu Tepeler

- Albert Camus / Yabancı

- Paul Celan / Şiirler

- Louis - Ferdinand Celine / Dünyanın Sonuna Seyahat

- Miguel de Cervantes / Don Kişot

- Geoffrey Chaucer / Canterbury Masalları

- Joseph Conrad / Nostromo

- Dante Alighieri / İlahi Komedya

- Charles Dickens / Büyük Umutlar

- Denis Diderot / Kaderci Jacques ve Efendisi

- Alfred Doblin / Berlin Alexanderplatz

- Dostoyevski / Suç ve Ceza; Budala; Ecinniler; Karamazov Kardeşler

- George Eliot / Middlemarch

- Ralph Ellison / Görünmez Adam

- Euripides / Medea

- William Faulkner / Abşalom, Abşalom!, Ses ve Öfke

- Gustave Flaubert / Madame Bovary

- Federico Garcia Lorca / Çingene Romansları

- Gabriel Garcia Marquez / Yüzyıllık Yalnızlık; Kolera Günlerinde Aşk

- Gılgamış Destanı

- Johann Wolfgang von Goethe / Faust

- Nikolai Gogol / Ölü Canlar

- Günter Grass / Teneke Trampet

- Joao Guimaraes Rosa / The Devil to Pay in the Backlands

- Knut Hamsun / Açlık

- Ernest Hemingway / Yaşlı Adam ve Deniz

- Homeros / İlyada; Odessa

- Henrik Ibsen / Bir Bebek Evi

- Kitabı Mukaddes / Eyüb'ün Kitabı

- James Joyce /Ulysses

- Franz Kafka / Bütün Öyküleri; Dava; Şato

- Kalidasa / The Recognition of Sakuntala

- Yasunari Kawabata / Karlar Ülkesi

- Nikos Kazancakis / Zorba

- DH Lawrence / Oğullar ve Aşıklar

- Halldor K. Laxness / Independent People

- Giacomo Leopardi / Bütün Şiirleri

- Doris Lessing / Altın Defter

- Astrid Lindgren / Pippi Uzunçorap

- Lu Xun / Diary of a Madman and Other Stories

- Mahabharata

- Necip Mahfuz / Cebelavi Çocukları

- Thomas Mann / Buddenbrook Ailesi;Büyülü Dağ

- Herman Melville / Moby Dick

- Michel de Montaigne / Denemeler

- Elsa Morante / History

- Toni Morrison / Sevgili

- Murasaki Shikibu / Genji'nin Destanı

- Robert Musil / Niteliksiz Adam

- Vladimir Nabokov / Lolita

- George Orwell / 1984

- Ovidius / Dönüşümler

- Fernando Pessoa / Huzursuzluğun Kitabı

- Edgar Allan Poe / Bütün Hikâyeleri

- Marcel Proust / Kayıp Zamanın İzinde

- Francois Rabelais / Gargantua ve Pantagruel

- Juan Rulfo / Pedro Paramo

- Mevlana / Mesnevi

- Salman Rüşdi / Geceyarısı Çocukları

- Sadi-i Şirazi / Bostan

- Tayyip Salih / A Season of Migration to the North

- Jose Saramago / Körlük

- William Shakespeare / Hamlet; Kral Lear; Othello

- Sofokles / Kral Oidipus

- Stendhal / Kırmızı ve Siyah

- Laurence Sterne / Tristram Shandy Beyefendi'nin Hayatı ve Görüşleri

- Italo Svevo / Zeno'nun Bilinci

- Jonathan Swift / Gulliver'in Seyahatleri

- Leo Tolstoy / Savaş ve Barış; Anna Karenina; Ivan Ilyiç'in Ölümü

- Çehov / Seçilmiş Hikâyeler

- Mark Twain / Huckleberry Finn'in Maceraları

- Valmiki / Ramayana

- Virgil / The Aeneid

- Walt Whitman / Çimen Yaprakları

- Virginia Woolf / Mrs. Dalloway; Deniz Feneri

- Marguerite Yourcenar / Hadrianus'un Anıları

- Yanık Njall'ın Sagası

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Yola Adanmış 1 Ömür: Jack Kerouac


    Sürekliliğin, her türlü muhafazakarlığa, durağanlığa karşı “yolda” olmanın metaforik anlatısını içeren kitap, modern toplumun birey üzerindeki tahakkümüne karşı, alternatif arayışları çerçevesindeki kaçışlarından belki de tekniğin, teknolojinin giremediği en “son” öyküyü anlatır.

Jack Kerouc
 

    Arabayla uzaklaşırken arkanızda bıraktığınız insanların düzlükte ufalarak nokta haline gelip kaybolduklarını gördüğünüz anda hissettiğiniz o duygu nedir? fazlasıyla büyük bu dünya, bizi ezip geçiyor duygusudur bu; ve vedadır. ama biz yine de gökyüzünün altında bir sonraki çılgın maceraya doğru koşarız.

    Beat kuşağının önderliğini üstlendiği yola düşme özgürlüğünü motosiklet ile bağlantılayıp, yeni kültürü tanımlayan film olan `Easy Rider`de temelde bu kitabından kaynaklandığı söylenilebilir.

    Mutluluk ve zevkten dans kendilerinden geçmişçesine dans ediyorlardı sokaklarda, bense ilgimi çeken insanlar söz konusu olduğunda hep yaptığım gibi peşlerinden sürükleniyordum, çünkü benim için yalnız çılgın insanlar önemlidir,

    Yaşamak için çıldıranlar, konuşmak için çıldıranlar, kurtarılmak için çıldıranlar, aynı anda her şeyi birden arzulayanlar, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen, yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenlere, “vay canına!” dedirten o muhteşem sarı patlayıcılar gibi yanan, yanan, yanan insanlar”

    “Yolda” gidişin sonu ve amacı yoktur, yolda olmak amacın kendisidir.

Jack Kerouac

    - Bir defasında “öldüğümüz zaman bize ne olacak?” diye sordum.“ölmüşsen ölmüşsündür zaten, hepsi bu.” diye cevap verdi. odasında, psikanalistiyle birlikte kullandıklarını söylediği bir zincir takımı vardı: narkoanaliz yapmayı deniyorlarmış, ihtiyar boğa’nın, derinlere doğru indikçe kötüleşen yedi ayrı kişiliği olduğunu keşfetmişler. en sonuncusu gözü dönmüş bir geri zekâlı, ortada ise başkalarıyla beraber kuyrukta bekleyen ve, “bazıları piçtir, bazıları değil, bütün mesele bu,” diyen ihtiyar bir zenci.

    - İnsanların dünyasında adsız olmak cennette ünlü olmaktan iyidir. cennet nedir ki zaten? yeryüzü nedir? hepsi zihnimizde.


    Dean tam beş dakika lokantanın önünde dikildikten sonra içeri girip yerine oturdu. “eee,” dedim “Dışarıda ne yapıyordun öyle yumrukların sıkılı? bana sövüp böbreklerim hakkında yeni espriler mi düşünüyordun?”

    Dean sessiz sessiz başını salladı. “hayır oğlum, hayır oğlum, tamamen yanılıyorsun. öğrenmek istiyorsan söyleyeyim.”

    “Söyle söyle, çekinme.” bütün bunları söylerken kafamı yemekten kaldırmadım. kendimi hayvan gibi hissediyordum.

    “Ağlıyordum,” dedi Dean.


    “Yok canım, daha neler! sen hiç ağlamazsın ki!”

    “Öyle mi dersin? neden ağlamazmışım?”

    “Ağlayacak kadar canın yanmaz da ondan.

    Söylediklerimin hepsi kendime sapladığım bıçaklardı aslında.

Jack Kerouac

    - Ya işte böyle, günbatımı olunca bazen nehir kenarındaki yıkık iskeleye oturur, göz alabildiğine uzanan gökyüzünü seyreder, inanılmayacak kadar büyük tek bir tümsek halinde batı kıyısı’na doğru yuvarlanan o toy toprakların, başını alıp giden yolların ve sonsuzlukta oturup hayal kuran insanların varlığını hissederim, derim ki çocuklar ağlıyordur şimdi, ağlamalarına izin verilen yerde, o gece gökte yıldız olmayacak, tanrı ayıcık pooh’dur, bilmez misiniz?

    - Akşam yıldızı çayırın üstüne ölgün ışıklarını döküyor olmalı,

    - Az sonra esaslı bir gece çökecek, dünyayı kutsayan, bütün nehirleri karartan, tepeleri sarıp sarmalayan, son kıyıyı da kaplayan gece, ve kimse kimseye ne olacağını bilmeyecek,

    - Yaşlanmanın çaresiz sefaletinden başka, işte o zaman dean moriarty gelir aklıma, ardından ihtiyar Dean Moriarty, bulamadığımız baba, ve gene Dean Moriarty.

9 Temmuz 2013 Salı

Einstein: Arılar Yok Olursa

Bal arıları ve kovan

    Arjantinli ve Kanadalı bilim adamları tarafından yapılan yeni bir araştırma, Einstein’ın özellikle küresel ısınma kapsamında çokça tartışılan “Arılar yeryüzünden kaybolursa insanoğlunun 4 yıl ömrü kalır” teorisini çürütüyor.

    Araştırmaya göre çiçeklerin döllenmesinde arıların büyük bir role sahip olduğu doğru ve gerçekten de arılar yok olursa, bugün severek yediğimiz pek çok meyve ve sebze yok olacak. Sabah’ın haberine göre, Arjantin’deki Nacional del Comahue Üniversitesi’nden Dr. Marcelo Aizen’e göre, bu durum insanoğlunun sonunu getirecek ölçüde büyük bir krize sebep olmayacak.

    Aizen, insan beslenmesinde pirinç ve buğdayın daha hayati bir öneme sahip olduğunu ve bu gibi besin maddelerinin yetiştirilmesinde arıların herhangi bir “katkısının” bulunmadığını belirtiyor.

    Bu sebeple de “Arılar kaybolursa, besin çeşitliliğimiz azalır, dünya belki eskisi kadar güzel bir yer olmaz, ancak hayat devam eder” diyor.

    Albert Einstein, “Arılar yeryüzünden kaybolursa insanın 4 yıl ömrü kalır” demişti. Einstein iddiasının gerçek olması halinde insanoğlunun tükettiği sebze, meyve ve diğer bitki türlerinin yarısı yok olacak. Bu durum besin zincirini ve diğer canlı türlerini de etkilemesiyle yaklaşık 100 bin canlı türünün de tükenmesi ihtimalinin doğacağı bu varsayımın iddiaları arasında.

    Bir bilim adamı değilim. Einstein dediklerini akıl sınırları içerisinde değerlendirdiğinizde gerçekçi bir tespit yaptığı kanaatindeyim. Dr.Marcelo Aizen'e göre pirinç ve buğday gibi besinlerde arıların bir fonksiyonu olmaması sebebiyle insanlığın yok olma ihtimalının ortadan kalktığını savunuyor. Şahsi fikrim; yine de arı ırkının insanlığın geleceğini tayin edeceği günler çok uzakta değil. O yüzden doğaya ve diğer canlıların yaşam alanlarına saygı göstermeliyiz.

    Gerilim filminden daha sıkıntılı olan bu senaryo umarım ilerleyen yıllarda gerçekleşmez. Yoksa çok sıkıntılı zamanlar bekliyor insanlığı...

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Hermann Hesse'den 'Siddhartha'


    Hermann Hesse'nin 'Siddhartha' eserinden not aldığım bazı pasajlar.

    - Düşünebilirim, bekleyebilirim, oruç tutabilirim.

    - Siddhartha, haz vermeden haz alınamayacağını, her jestin, her okşayışın, her dokunuşun, her bakışın ne kadar küçük olursa olsun vücuttaki her köşenin kendine özgü bir gizle donatıldığını, bu gizi keşfetmenin, keşfeden kişiyi mutlu kılacağını öğrendi. Her sevişmeden sonra sevgililer birbirlerinden, biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar; hem yenmiş hem yenilmiş olmalı, herhangi birinde aşırı doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyanmamalı, sömürdükleri ya da sömürüldükleri duygusuna kapılmamalıdır.

    - Aynı zamanda hem sevip, hem aşağıladığı insanların çocuksu ya da hayvansı bir yaşam sürdüğünü görüyordu. Çalışıp didindiğini görüyordu onların; karşılığında ödedikleri ücrete hiç de değmeyecek nesneler uğrunda, para pul, küçük hazlar, küçük payeler uğrunda acı çektiklerini, saçlarını ağarttıklarını görüyor, birbirlerine veriştirip hakaretler yağdırdıklarını bir samananın hiç duyumsamadığı yokluk ve yoksunluklardan etkilendiğini görüyordu.

    - İnsanların büyük çoğunluğu, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgarın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgar varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar. Bugüne kadar sadece bir kişi böyleydi. O da Buddha’ydı. Bu mükemmel özelliklere sahipti.

    - Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması daha iyidir. Dünya zevklerinin ve dünya malının insana hayır getirmeyeceğini daha çocukken öğrendim. Hanidir biliyordum bunu, ama ancak şimdi yaşadım. Ve şimdi biliyorum, belleğimle değil, gözlerimle, yüreğimle, midemle biliyorum böyle olduğunu. Ne mutlu bana ki, biliyorum artık!

    - Geçmişte olan, gelecekte olan hiçbir şey yoktur; her şey vardır sadece, şu an içinde varlık sahibidir.

    - Oh, tüm çile ve kahırlar zaman değil miydi? Tüm uğraşıp didinmeler, tüm korkular, dünyadaki bütün güçlükler, bütün düşmanlıklar, silinip gitmiyor mu, yenilgiye uğratılmıyor mu?

    - Yumuşak, sertten güçlüdür; su kayadan güçlü; sevgi, zorbalıktan güçlüdür.

    - Bilgelik, bir başkasına anlatılamaz; bir bilgenin başkalarına anlatmaya çalıştığı bilgelik, aptalca bir şey gibi gelir kulağa.

    - Bilgi, bir başkasına aktarılabilir; bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.

    - Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi, yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır. Zaman gerçek değildir. Zaman gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka bir şey değildir.

    - Bir insanın hazinesini ve bilgeliğini oluşturan şeyin, bir başkasının kulağına her zaman aptalca gelmesine de hiç diyeceğim yok.

    - Ölümden kurtulmanın çaresini buldun. Kendi aramalarının sonunda, kendi izlediğin yolda, düşünerek, meditasyonla, bilip kavrayarak, ilhamla sağladın bunu, öğretiyle değil! Ey ulu kişi, kimse öğretiyle kurtuluşa kavuşamaz. Kimseye, ey saygıdeğer kişi, ilham saatinde senin neler yaşadığını, sözle olsun, öğretiyle olsun aktaramaz, anlatamazsın. (Siddhartha'nın Buddha'ya yönelttiği eleştiri)

    - Önemli olan görüşler değil asla, bunlar güzel ya da çirkin, zekice yada budalaca olabilir, isteyen benimser, isteyen elinin tersiyle itebilir bunları. Benden dinlediğin öğretiye gelince, kendi görüş ve düşüncemi içermiyor bu, öğrenmeye meraklı kişiler için dünyayı açıklamak gibi bir amaç güttüğü de yok. Bir başkadır onun amacı, acılardan kurtulmaktır. Buddha'nın da öğretisi budur işte, başka şey değil. (Siddhartha'nın yönelttiği eleştiriye, Buddha'nın yanıtı)

14 Mart 2013 Perşembe

Doğa ve Geleceğimizi İçin


    Doğa İçin Ses Ver / Nasuh Mahruki'nin öncülük ettiği Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu'nun meclis gündeminden geri çekilmesine yönelik başlatılan bir imza kampanyası.

    Kanunun temelinde doğayı korumak amaçlanmıyor. Kanunu'nun ismi sempatik durabilirim. Asıl amacı ülkemizdeki bakir kalmış doğa harikası olan milli parklar ile hayvanların doğal yaşam alanlarının insanların kullanımına açmak. Bir kelime ile durumu özetlemek gerekirse: kodaman arkadaşlara RANT sağlamak.

    Bu kampanyaya bilinçli her insanın destek vermesi gerekli. Doğa ve çocuklarımızın geleceği için...

    Kampanyaya destek vermek için https://www.change.org/tr adresinde yer alan Nasuh Mahruki'nin sayfasının sağ tarafında bulunan bu kampanyaya katıl formunu doldurmanız yeterli.

    Ayrıca change.org sayfasında farklı kampanyalara katılabilirsiniz. Veyahut kendiniz aklınızdaki bir kampanyayı bu sayfa aracılığı ile hayata geçirebilirsiniz.

24 Ocak 2013 Perşembe

20 Yıl Önce Bugün

22 Ağustos 1942, Kırşehir
24 Ocak 1993, Ankara
-Araştırmacı Gazeteci ve Yazar-

    Takvimler 24 Ocak 1993 gününü gösterdiğinde Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde hain bir suikastte kurban gitti Uğur Mumcu. O gün bugündür diğer faili meçhul cinayetlerdeki gibi zaman aşımına mahkum olarak olduğu yerde duruyor dava dosyası. Söylenecek çok söz var. Lakin kendi Sesleniş yazısı o kadar güzel anlatıyor ki hem kendi başına gelenleri, hemde memleketin başına geleceklerini.

    Abdi İpekçi, Necip Hablemitoğlu, Bahriye Üçok ve daha niceleri.

    Umarım devlet geçte olsa üstüne düşeni yapar. Katilleri bularak önce ailelerinin sonra da toplum vicdanını rahatlatır.
20 yıl önce cinayete kurban giden Uğur Mumcu ile diğer tüm gazeteceleri rahmetle anıyoruz....



Sesleniş

    Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

    Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

    Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

 Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

    Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

    Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. İnsanlık sustu.

    Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

    Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşında kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

    Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

    Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

    Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutama bizi...

    Bağımsızlık Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

    Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, prangalar vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

    Asıldık ey halkım, unutma bizi...

  Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış insanların önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

    Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

    Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz hepimizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi...

    Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...