14 Şubat 2023 Salı

Bilinmeyen Bir Kentin Çiçekçisi


Bu hikayenin bir başlangıcı ya da sonu yok. Ne zaman başladı ve nerede sonlanacak kimse bilmiyor. Sokaklarında uyuz olmuş köpeklerinden tutunda, her sabah istemsiz bir dirençle işine giden memur ve işçilerden, göğündeki kuşuna kadar kimse bir çıkarsıma yapamıyorum. Çünkü; öyle sıradanlaşmış ve ağır günlerin altında kalmıştı ki; bu kent sakinleri onlarda ne olacağı tezahür edemezdi. 

Bu bilinmeyen kentin meydanlarından uzakta bir kadın yaşıyordu, arka sokaklardaki kırmızı tuğlaları eskimiş evlerden herhangi birinde. Ve bilenler bilir ki; ben hikayelerimdeki karakterlere isim vermeyi pek sevmem, nadiren de olsa adlandırırım onu. Onlardan içimizde yaşayan binlercesinden sadece bir diğeridir, bizler için. 

Ve o kadın yine aynı güne uyandığını zannederek kalktı, gitti lavabosunda yüzünü yıkadı. Saçlarını elleriyle ıslatarak sıvazlayıp, lastik bir tokayla kafa arkasında her zamanki gibi topladı. Sonra kalkıp kahvaltısını yaptı ve işine gitmek üzere bisikletini pedallamaya başladı.

Sis vardı, bugün kentin üstünde. Kediler, köpekler, fareler gayri ihtiyari karıştırıyordu yine çöpleri. Halbuki; dünkünün aynısıydı, çöpe artık niyetine atılanlar. Kadın, akşam yemeğinden arta kalan tavuk parçalarını ve birkaç kemik parçasını çöpün yanına indirdi. Kedilerden biri yaklaştı, onu sevdi biraz. Sonra bisikletine tekrar binip şehrin merkezine doğru yol aldı. 

Yaşlı çiçekçiye herkes "Matmazel," diye hitap ederdi. Kadın, çiçeklerinden bir sarı laleyi alarak bisikletinin gidonuna taktı ve bağırda: "Matmazel, bu sabah dünkünden daha güzelsiniz..." Matmazel, bir bu kadından iltifat alırdı, böylesi güzel sözleri. Erkekler, kör değildi tabi ki bu şehirde. Ancak ihtiyar bir yaşlı kadını mutlu etmek için bu bilinmeyen kentte değerli zamanından vermek istemezdi, kimse. Kadın bunu bilirdi. Ve kadının bu ince dokunuşları havadaki sisi hafiften dağıttı. Sanki; doğa kendisine gösterilen nezakete karşılık Tanrı'ya haber yollayarak "İnsancıklara acı Tanrım, bir fırsat daha ver onlara" demek için kulaklarını açmıştı yine. 

Kadın, gölün kıyısına gitti. Bu sabah hiç işe gitmek gelmiyordu içinden. Sanki; diğer günlere nazaran içindeki ağırlık bir kat daha fazla artmıştı. Çocuklar, kadınlar, işe gidenler yanlarından gelip geçiyorlardı. O ise; ömrünün geri kalanını düşünüyordu, göle doğru dalgın dalgın bakarak. 

Bilinmeyen bir kente, seneler evvel adı olan başka bir şehirden gelmişti. Neden böyle bir isim vermişlerdi, bu kente. Kimsenin aklına içinde bunca insanın nefes alıp verdiği, kendisini yaşadığını zannettiği bir kente isim vermek gelmemiş miydi? Her doğan çocuğa bir ad bulan insanlar, koskoca şehire bir ad bulamamış mıydı? Ya da onca ismi olan kent içinde birinin "Bilinmeyen Kent" olarak kalması onu farklı mı kılıyordu? Düşündü, bir süre kadın. Sonra bisikletine tekrar binip işine gitti. 

Sıradan, sıkıcı, tekdüze bir işti. Konserve kutularını raflara diziyordu. Bugün kutular içinde salçalar gelmişti. Her birini duracakları yerlere tek tek itinayla dizdi. Konserveler, raflardaki yerine almadan önce kadının elindeki bir bezle parlatıldı. Böylece al benisi artıyordu, konserve kutularının. 

Mesai bitti. Paydos zili çaldı. Arkadaşları onu akşam yemeğine ve birkaç kadeh birşeyler içmeye davet ettiler. Kadın, "Yorgunum, bugün eve gidip dinlenmek istiyorum." diyerek reddetti. Bisikletine binerek evinin yolunu tuttu. 

Çiçekçinin önüne geldiğinde, "Kapalı" tabelasını gördü, kadın. Orada bir çocuk kapının hemen kenarına oturmuş, iki elini dirseklerini dizine dayamış, kafasını da ellerine dayamış, mahzun ve umarsız bir edayla oturuyordu. 

Daha kadın o malum soruya sormadan çocuk cevap verdi. "Matmazel öldü!" dedi. Arkasından ekledi: "Çiçeklerin bir kısmı yasını tutuyor, boyunlarını büktüler. Bir kısım çiçekler ise; hala umut içinde sabah geleceğini konuşup duruyorlar aralarında. Gül ve orkide birlik olmuş, bizi bırakmaz Matmazel, deyip duruyorlar." dedi. 

Kadın ne diyeceğini bilemedi. O da üzgündü. Bilinmeyen bir kentte tek yakın gördüğü ve iltifat ederek mutlu ettiği insanda ölmüştü. Ve kadının içinde bir çiçek kırıldı. Kadın gökyüzüne doğru kafasını kaldırıp, "Zamanı değil biliyorum, Tanrım. Ama neden?" dermişçesine sitemli birkaç cümle sıraladı.

Çocuk yerinden kalktı, evine doğru yürüdü. Çiçekler, kendi aralarındaki tartışmaya devam ettiler. "Sabah gelecek, hayır gelmeyecek..." şeklinde sürdü gitti... Kadın, bisikletine binmeden önce yerde Matmazel götürülürken düşmüş bir sarı laleyi alarak yine gidonuna taktı ve evinin yolunu tuttu. 

Bilinmeyen bir kentte böylece o günde sona erdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yap: