15 Eylül 2019 Pazar

Fyodor Dostoyevski: Delikanlı


Fyodor Dostoyevski, 'Delikanlı' adlı eseri Eserin elimdeki baskısı: Olympıa Yayınları, İstanbul, 2018

"...Ah, günün meseleleri geçip yeni bir devir başlayınca geleceğin ressamı, hatta geçen düzensizliği, karmaşayı resimlemek için daha güzel şekilleri arayıp bulacaktır..." s.682 

"...Yeter ki içten gelmiş olsun... Hiç değilse bazı doğru çizgiler sağlam kalacak, onlara bakarak da o karışık zamanın bazı delikanlılarının ruhunda neler gizlendiğini tahmin etmeye yardımı dokunacaktır, bunu bilmek hiç de değersiz birşey değildir, çünkü delikanlılarından nesiller doğar..." s.682 

İlk Dostoyevski romanını okuduğum günü anımsamaya çalıştım. Zaman ne de çabuk siliyor, çoğu şey gibi hatıraları. Sanırım, 'Suç ve Ceza' adlı eseri idi. 

Sonra karışık sırayla bazen iki, üç, dört defa olmak üzere farklı zaman dilimlerinde İnsancıklar, Karamazov Kardeşler, Budala, Beyaz Geceler ve diğer eserlerini okudum... Baktım ki; 'Delikanlı' köşesinde beni bekliyor. 

Kitapta kadın düşkünü bir toprak sahibinin gayrimeşru çocuğu olan genç Dolgurukiy ile yaşadığı olaylar anlatılıyor. Genel minvalde bu gencin uzun yıllar ayrı yaşadığı ve göremediği annesi, kız kardeşi, babası ve diğer aile üyeleri ile yeni girdiği cemiyet yaşantısı içindeki durumu anlatılıyor. Toyluğun verdiği heyecan ile bir "belge" etrafında dönen olaylar.

Eseri akışı itibariyle o dönemin Rusya'sına götürmeyi başarıyor. Sinema filmi izlermişçesine bir kıvamda okudum desem yeridir. 

Lafı fazla uzatmaya lüzum görmüyorum. Her zaman dediğim gibi okuyup okumamak tamamen sizin kendi keyfiyetinize kalmış bir durum. 

Dostoyevski okurlarına okumadılar ise; bilhassa okumalarını tavsiye ederim. 

İncelemeyi bitirmeden evvel son bir hususu da eklemek istiyorum. Ancak kitapta okumayı sıkıntıya düşürecek ve tümce yapısını anlamakta güçlüğe yol açacak kelime hataları var. Sadece elimdeki baskıya mı has bilemiyorum. Ancak kitabın biçimini, kapak tasarımını, harf büyüklüğü ve göze hitap etmesi açısından estetiğini gerçekten çok beğendim. 

Eserin elimdeki baskısı: Olympıa Yayınları, İstanbul, 2018.

İyi okumalar.

28 Ağustos 2019 Çarşamba

Beklentisiz Yaşamak Ne Mümkün


    Franz Kafka'nın güzel bir sözüyle başlamak yerinde olacak sanırım. Diyor ki; "Yüksek beklenti sarsar." Genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrılan yazar en doğru tespiti üç kelime ile yapmış durumda.

    Doğduğumuz andan itibaren aile, toplum ve içinde yaşadığımız dünya belkide olması gerekeni belkide daha fazlasını yapmamızı bekliyor bizden. Sürekli birşeyleri başarmak zorundaymışız hissi bizi esir alıyor. Sanırım buna bağlı olarak kimsenin yenilgiye tahammülü yok. Ve insan kendini sürekli bir yarışta hissediyor.

    Hayatın ilk yarısını geride bırakmış bir insan olarak şu soruyu doğduğu andan itibaren erken yaşlarda kendisine sorması gerektiğini düşünüyorum. Diğer insanların beklentilerini umursamadan kendi duygu ve düşüncelerime göre yaşamam mümkün mü?

Bazılarınızın bu soruyu okurken şöyle söyleniyor ve muhtemelen içinden: "Herkes bir şeyler bekliyor. Mesela sen bu yazının okunmasını bekliyorsun" dediğini. Haklısın ama yeterli değil hali bu. Beni mutlu etmiyor. Bende tedirginim tümcesi bu.

    Daha önce buraya uğramışsanız bir beklentim olmadığını kavrarsınız. Blogtaki yazılarımın okunması ile ilgili beklentim yok. Hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Burası bir nev'i manzaraya karşı çay içtiğim bir balkon.

    Yazıyı yazma amacıma gelince belki biri okuyupta; "Toplumun veyahut başka insanların dayattığı bir hayatı yaşamak zorunda değilim. Ben hayatımı başka bir yolda kanalize edebilirim." duygu ve düşüncesini hatırlatmak için.

    Hayatta yaş almadan veyahut bazı olayları yaşamadan salt gözünüzün önünde bile cereyan etse insanları ve olayları fark edemiyor ve anlayamıyorsunuz. Zamanın paradan daha kaç kat daha kıymetli olduğunu geçte olsa vakit geçince anlıyorsunuz. Lakin zamanı geriye kim döndürmüş ki; bizde döndürelim?!

    Beklentisiz yaşamaktaki kastıma gelince; patronun işçisinden hep daha fazlasını, işçinin ise; emeğinin karşılığını tam alamadığını düşündüğü bir dünya bu. Sürekli bir alışveriş durumunda menfaat ve kar-zarar durumu ortaya çıkar. Maalesef ki; meta dünyasında bu ilişkilerin çoğunluğu böyledir.

    İnsanın kısa hayatı düşünüldüğünde en doğru tercihin beklentisiz yaşamak olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir karşılık beklemeden bir şeyler yapmak. Zaten her şeyin bir karşılığı olduğu şu günlerde; her şey daha da kötüye gitmiyor mu? Aile içi ensest ilişkiler, sokak ortasında kocası tarafından boğazlanan kadınlar ve o anneye muhtaç olupta annesiz büyüyecek olan çocuklar. Temelinde hep meta ve para ilişkisinin çirkin yüzü. Ve maalesef basın buna pek değinmiyor. Ya da işlerine gelmiyor. Köşe yazarlarının da çoğu konforlu hayatlarını bozacak şeyleri pek yazmıyor.

    Eğer bir beklenti olmasa inanın bunca vahşiliğe ve hoyratlığa gerek olmazdı. Ataerkil bir toplumda erkek hegemonyası altında ezilen annesinin kucağında büyüyen ve gerekli eğitim-sevgiyi (totali ahlaka katkı sağlayan) ailesinden alamayan bir kısım kişiler daha sonrasında kaybetmeyi tahammül edemiyor.

    Olaya bir skor açısından bakıp başka açılardan hiçbir zaman bak(a)mıyor. Bir müsabaka da bile nadiren beraberlik olur. Genelde bir taraf kaybederken diğer taraf kazanır. Ki; aile hayatı bir müsabaka ile karşılaştırılmayacak kadar hassasiyet gerektiren müstesna bir kurumdur. İşte bu noktada beklentisiz yaşamak isteyenlere göre değildir. Zira eş, çocuk ve toplum sürekli bir şeyler bekler sizden ve bu süreklilik isteyen, gönül rızası ile olması gereken bir durumdur.

    Ülke şartları, dünyanın olağan durumu ve rüzgarın hep sert oluşu dikkate alındığında beklentisiz yaşamak ne mümkün? Bu durumda lüks bile sayılır beyler ve bayanlar?!

19 Mayıs 2019 Pazar

Ayrıksı Otlar Arasında


Uzun bir gecenin sabahıydık
-belki de biz seninle,

Ağaran günlerin can suyu,
Bir öfkenin mahzun resmi,
Dillere pelesenk olmuş
-bir hikâyenin en can alıcı noktası,

İhtimaller ise; dağılıyor
-uzay-zamana bakışlarında,
Retinanda bir düş kırıklığı çocukluklar,

Hayır bir anlamı yok artık!
Yeni sözler aptallar için,

Hiç bilmek istemediğim kadar biliyorum
-ruhumun neye tutsaklık çektiğini,
Vurgun yemiş ömürler arasında yetişir
-kasımpatılar,
'O' eski taş evlerde yorgun
-at nalı ve sarımsak,

Kaç kere öldürdüm ruhumda
-yaşatmak için hatıranı,
Ve toz olurken
-anıyorum seni hâlâ,

Sen ne dersen de!
Gün dönüyor akşama,
Düşünüp dururum
-ayrıksı otlar arasında...

24 Şubat 2019 Pazar

Arthur Schopenhauer: Aşkın Metafiziği


A. Schopenhauer'dan
'Aşkın Metafiziği' adlı eseri 
Niteliğin sayfa sayısında değil, eserin özünde olduğunu ispat eden bir muhteviyatı ortaya sermiş, Schopenhauer. 

Her tümcesi üzerinde uzun uzadıya düşünülerek hazmedilmesi gerektiğinden, ağır ağır okudum. Birçok bölümünü alıntılayarak '@ufkunizinde' adlı '1000 Kitap' uygulamasındaki profilimde paylaştım. Böylece daha çok okuyucuya ulaşarak faydasının artacağı amacını güttüm. 

Nietzsche, Epikuros (Epikür) ve Schopenhauer, felsefe ve düşün adamları noktasında bana yakın kimseler olmuştur. Bu nedenle eserlerini okumaya ve daha çok paylaşmaya devam edeceğim. 

Aşkın Metafiziği'nde ise; türün devamı için içgüdü ve cinsel içtepinin ne denli önemli bir konu olduğunu işlemiş. İnsan duygularını etkileyen metafiziği etraflıca somut ve soyut örneklerle anlatmış. 

Uzun lafın kısası; muhakkak okunmalı ve okutulmalı. Billhassa; lise ve üniversite öğrencileri ile evlilik yolunda olan kimselere ayrıca okumalarını tavsiye ederim. 

Her zaman dediğim gibi okuyup okumamak tamamen sizin kendi keyfiyetinize kalmış bir durum. 

İyi okumalar.