11 Mayıs 2020 Pazartesi

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği


Geriye dönüp baktığımda -aradan geçen yaklaşık kırk seneye göz gezdirirken, neyi doğru neyi yanlış yaptığını hâliyle sorguluyor, insan. Çocukluk, gençlik, üniversite yılları, sonrasında iş hayatı ve biriken anılar... 

Yazmasam olmaz, diye düşündüm. İnsan hafızası bile zamana yenik düşüyor. 'Alzheimer' denilen hastalık artık çağın hastalığı olmuş durumda. İnsan, bunca iç ve dış etkene maruz kalırken anıları muhafaza edebilecek bir yer arıyor, kendine.

Seneler evvel daha blog yazma düşüncesi kafamda oluşmamışken bir siteye denk gelmiştim. Hafızam beni yanıltmıyor ise; ya İskandinav ülkelerinden biri ya da Kuzey Avrupa ülkelerinden birinin yazılarını okuyordum. Orada bir rahatsızlığı sebebiyle bazı şeyleri unuttuğunu, yazmanın insan ruhu üzerinde ve bilhassa düşünce yetisine olumlu katkılar sunduğundan bahsediyordu. Ve aynı şahsiyet bir zaman sonra fani bedeninin dünyayı terk ettiğinde de bu yazıların okyanusu andıran internet âleminde varlığını sürdüreceğini anlatıyordu.

2005 yılından bu yana vakit buldukça, okudukça, gezip gördükçe, bir takım yorumlar etrikce kendimce yazıya dökmeye çalıştım. Keşke daha fazla okuyup, daha çok yazıya dökebilseydim, diyorum şimdilerde.

İnsan, varlığını sürdürmenin yanında aynı zamanda tarihe birtakım notlar ve izler düşmek istiyor. Şikayetçi değilim, yine de. Hayatın zorlayıcı acılarının yanında bahşettiği mutluluğu bilhassa 'aile' ve 'kitap' kavramında bulmuş birisi olarak bahtiyarım.

Unutmadan anılardan da bahsetmek gerek. Hiç unutamadığım bir anımı paylaşmak yerinde olacak, sanırım. 

Daha o zamanlar şehir bu denli dolmamıştı, büyük şehirlerde... Sahiller betona boğulmamıştı daha... Deniz gel-gitler yapıyordu yer yer ve birçok şey bırakıyordu bazı kıyılara...

Caddebostan'da insanlar denize giriyor. İnsanlar güneşin altında İstanbul'un sıcak gevrek günlerini yaşıyorlardı. Telaşsız günlerdi hatırlıyorum.

Yüzmek için denize gitmiştik, Tuzla tarafında. Oraya o zamanlar 'Mercan' diyorlardı. Gerçi ismi hâlâ aynı. Bir o değişmedi, adı yani.

Vaktin çoğu orada denize girip, aylak aylak dolaşmakla geçiyordu. Okuldan çıkan bir çok talebe oralara üşüyordu.

Ne de çabuk geçti... Geçmez zannettiğimiz onca şey.

Neler var daha yazmak istediğim ancak vakit buldukça yazmaya devam edeceğim.

Anıları muhafaza etmeye çalışın. Bir fotoğraf karesinde veyahut bir yazıda. Çünkü; sanılandan çabuk geçiyor insan hayatında. Ve sevdiklerinizle daha çok zaman geçirin. Geri kalan hiçbir şeyin bir kıymeti harbiyesi yok!

Ve varolmanın dayanılmaz hafifliği bir tüy kadar yumuşak iken; bazen de bir çelik telden bin kat daha ağır olabiliyor. Şahsen mühim olan yegane şeylerden birisi: İnsan kalabilmeyi becermek... Ve anılara muhafaza etmek için hayat ırmağı içinde bir kıyı bulabilmek...

Ya olmasaydı romanlar, hikâyeler, şiirler, türküler... Ne kalırdı bizden geriye bizi hatırlatan...