1 Kasım 2006 Çarşamba

Tehlikeli Fırsat

Çince de 'kriz' sözcüğü iki alt simgenin bir araya gelmesiyle meydana gelir. Köprüyü oluşturan ilk simge 'tehlike' kelimesidir. İkinci sözcükse; fırsattır. işte tüm dünya ülkelerinde kriz ortalığı böyle kasıp kavururken bu sözcükle bütünleşti. Aslında bazı milletler dışında -bütün ülkeler tehlikeli bir fırsatın içinde.

Hindistan bu krizi fırsata çevirmiş, tehlikenin doğurduğu riski göğüslemiş bir ülke. 5N1K'de bu konuyu işleyen bir program yapıldı. Ve Hintliler kendilerinden söz ettirmeye başarmışlar. Biz ya kulaklarımızı tıkadığımızdan ya da kendi dünyamızda yaşadığımızdan olacak durumdan haberdar değiliz.

Yazımı okuyan arkadaşlar Hintliler neyi başarmışlar da bu kadar? övüp duruyorsun adamları diyebilir. Öncelikle yaptıkları iş 'proje' üretmek. Her alanda ve her koşulda uygulanabilecek projeler. En ilginçiyse; yabancı bir dile sahip işsiz gençleri alarak hem dil- hem de mesleki olarak eğitmeleri. Bunlardan belirli kısmı belli bir eğitim sonunda sınav sıralamasına göre dünya da uluslararası telefon trafiğinde görev almayı hak ediyor. Büyük bankaların müşteri temsilcisi olarak ya da - dünya çapında nam salmış (Coca Cola, Mc Donalds v.s.) şirketlerin her türlü internet ve telekomünikasyon işlerini yürütüyor.

Bir örnekle açıklamam gerekirse; bir Amerikalı gece aç olduğu için kalkıp pizza söylemek için Pizza Hut'un telefonunu çevirip- kendine karşık bir pizza yanında cola istesin! Ve yarım saat içinde pizzacı çocuk kapısında... Bu olay olurken adam aslında hintli bir vatandaşın siparişini aldığının farkında bile değil. Aksanı o kadar iyi öğrenmiş oluyorlar ki: dünyanın önde gelen ve dünya da etkili bankalardan HSBC Bank bile müşteri takiplerini Hintlilere emanet etmiş durumda. Bir ingiliz bankasının bir sömürgeciye para trafiğinin kontrolünün teslim etmesi biraz garip olsa gerek. Ama Hintliler kendini aşmayı başarmış gözüküyor.

Dünya kapitalizmde 2000'li yılların başlamasıyla çığır açtı. Gelişmiş ülke kotasında yer alan Hindistan - bence Çin ile gelecek yıllarda süper güç olmaya aday (tabii ABD ve Rusya'nın gölgesinde). Konfüçyüs'ün dediği gibi: "Eğer siz iyiyi isterseniz, insanlıkta sizinle beraber iyi noktalara ulaşır" Anlaşılan Hindistan yönetecileri halkının ne istediğini, gençlerinin ne istediğini biliyor. Kavrıyor.Gerekli yatırımları ihtiyaca göre yapıyor. Bizde eksik olan yapılacak olan işler yerine yöneticilerin (olmayacak işler için) fazlasıyla laf kalabalığı yapması.

Yapılması gereken IMF'den alınan paralar suyunu çekmeden yatırıma dönüştürülmesi gerçeğidir... Yoksa bu elden kaçan fırsatlar kervanına bir yenisi daha eklenecek...

12 Ekim 2006 Perşembe

Bu Topraklardan 'Değişim' Geçer mi?


Anadolu Ekspresiyle dört beş kere Ankara'ya gitmiş gelmişliğim var. İkinci evim bile ilan ettim kendi kendime bu kalabalık şehri. Ve her gidişimde yolda yeni şeyler gördüm, duydum, öğrendim. Okumak dışında tecrübe hayatla kazanılan bir süreçtir. Neticesini yaşadığınız günlerde yenilerini ekleyerek ilerletirsiniz.

İşçiler bir eylem sırasında

Lafı uzatmadan yavaş yavaş konuya geçiyorum. Yakın bir dostumla Ankara'daki asker kardeşimi görmek için Pendik'ten binmemiz gerekti Ankara Ekspresi'ne. Minibüs yerine trenle Pendik'e geçelim dedik. Tuzla'dan beklediğimiz bizi Pendik'e götürecek banliyö treni arıza yapmış. Minibüse bindik. Yine yetişemiyoruz. İn dedim arkadaşa. Taksi çevirelim. Neyse zar zor taksinin birini durdurduk. Sağ olsun taksici abimiz iyi biri çıktı. Yan yoldan hızlı bir şekilde giderek beş dakikada Pendik'teki istasyona yetiştirdi bizi. Ekspreste o anda geldi. Yerleştik koltuklarımıza. Kapı ağzındaki yere de iki öğrenci geldi.

Önce genel ahval, hal ve hareketlerini tarif edeyim. Biri uzun saçlı, keçi sakalı bırakmış. Kafasında fötr kare kare bir şapka, gözlere kalem çekmiş. Üstü bol, ayaklara doğru daralan bir kot pantolon giymiş. Üstündeki tişörtte 'F..ck you' yazan bir tişört. 

Birincinin arkadaşını olduğunu en az yüz metreden tanıyacağız ikinci öğrenci ise; saçları kısa, arkasından küçük bir at kuyruğu yapmış. Ense kökünde örmüş. Kollarının büyük bölümü dövme içinde. Saçının ön tarafını kızıla boyatmış. Kulağında kulaklık. Müzik son ses. Çantası üzerinde acayip işaretler var. İkinciyle uyum içerisinde yani. Şahsen kişilerin ne giydiği, saçı sakalı beni ilgilendirmiyorum. Herkesin kendi seçimi.

Bu iki öğrenci arkadaş vagona binince öncelikle müziğin sesiyle etrafın dikkatini çektiler. Herkes gibi bir müddet bende durup izledim bu iki gencin hareketlerini. Enteresandır o arada arkadaşımla ülke de değişim ne zaman olabilir sohbeti geçiyordu. O teknolojik gelişmelerin değişimi geciktireceğinden bahsediyordu.

Konumuzun dağıldığı anda Yılmaz Güney'in 'Siyasi Yazılar' kitabı da var önümüzde. Bu kareyi birleştirin kafanızda, iki tipi kayık öğrenci, değişim üzerine sohbeti. önümüzde Siyasi Yazılar kitabı, dilde ülkemizin geleceği.

Gece uyku tutmadı. Uykusuzluktan ya da yorgunluktan değil, yol boyunca o iki öğrenci arkadaş birbirlerinin fotoğraflarını çektiler, flaşlar patladı, abuk sabuk konuşmalar, bağırışlar geçti aralarında. Türkçeyi bırakıp aralarında abuk sabuk hareketler yaparak birtakım sesler çıkararak didişip durdular.. Gideyim şunların yanına: "Yahu bir rahat verin, insana yakışacak şekilde birbirinize davranın, bizde sizinle yolculuk ediyoruz, huzur verin." diyecek oldum. Hatta gitmek için bir teşebbüste bulunup ayağa bile kalktım. Arkadaşım boş ver, dedi. İki tane abuk sabuk insan işte... Uğraşmaya, cevap vermeye bile değmez, dedi. Sonra düşündüm hak verdim.

Ekspres durdu. İndik onlar hala saçma sapan muhabbetlerine insanları rahatsız ederek devam ettiler. Kızdım kendime. Böyle bir gençlik içinde anılmaktan dolayı. Elden bir şeylerin geldiği halde bir şey yapamamaktan dolayı.

Arkadaşla bütün gece bu konuyu konuştuk. Sonra anladım bu topraklara değişimin gelmesi için okumanın yanında düşünen bir gençliğe ihtiyacı olduğunu savundu, durdu. Hani cıva gibi olmalı delikanlı dediğin, derler. Ha işte onların yanında birde düşünen dimağları olmalı, diyerek bende görüşüne katıldım.

Mesela Yunanistan'da bir öğrenci öldürüldü. Tüm Yunan gençliği ayağa kalktı. Olayları, polis bir müddet kontrol altına alamadı. İki ay anasını ağlattılar, Atina'nın. Yani bir ateş topu olmalı gençlik. Değdiği yeri olayları sorgulamaya sevk etmeli gerektiğinde. Toplumun sigortası, can damarı olmalı. Ters hareketlerde -atmalı. Dosta da düşmana da uyarı verebilmeli. Ama bir bakıyorsun yukarda anlattığım öğrenci arkadaşlara... Cümlenin devamını getiremedim. Bunlardan ateş topu olmalarını bırakın, insani davranışları sergilesinler, etraflarını rahatsızlık vermeden yolculuk yapsınlar, bu bile kafi..

Soru(nu)muz duvar gibi karşımızda yine;

Bu topraklardan 'değişim' geçer mi?

Cevabım geneli kapsamamakla beraber,

Gençlik kendini toparladığında, emin olun değişim için bir şansımızda olacaktır.

11 Ekim 2006 Çarşamba

Sanat ve Sanatçıyı Anlamak


İdil Biret, piyanist
Huzur bulmak bu memlekette hazine bulmaktan daha zor. Televizyonda, gazetelerde, bültenlerde, internette kısaca her yerde kötü haberin kokuları var. Sanatçılarımızdan piyanist İdil Biret konser vermek için Topkapı Sarayı'ndaymış geçen akşam. Arkasından sağcı gruplardan biri slogan atarak protesto etmiş (etmeye çalışmış demiyorum - gördüğüm kadarıyla polisin koruması altında gayet güzel protesto etmiş) verilecek konseri. Güvenlik güçleri sonrasında formalite icabı -yapılması gereken mecburi görevlerini tamamlamışlar. Toplanan kalabalık dağılmış.

Sormak istiyorum. Acaba bu grup sağcı değil de solcu veyahut başka bir ideolojiye sahip olan insanlarımızdan meydana gelseydi bu kadar rahat protesto edebilirler miydi? sanatçımızı. Hadi etti diyelim. Toplanıp karakola götürülüp ifadeleri alınmaz mıydı? Gel de kızma. Hele konu sanatçı olunca durumun vaziyeti bir başka çetrefilleşiyor. Grubun dediğine göre sorunun ana kaynağı; konsere sponsor olan firmanın yabancı bir şarap firması olması. Burada durup düşünmek lazım. Demek ki: kendi firmalarımız yeterince sanata sahip çıkmıyor. Özen göstermiyor. Düşünmek lazım arkadaşım slogan atmakla olmuyor bu işler sadece.

Bu tip haberler anlatmakla bitmez. İncelemek. Arşive almak gerekli. İlerde garanti benzer haberler çıkar. Yaşanır ülkemizde. İyice bakıldığında başka garip tarafları da mevcut protestonun. Ağırlıklı olarak ülkemizdeki firmaların yüzde 90'ı yabancıların elinde. (borsadaki hisse senetleri, yönetimdeki söz sahiplikleri düşünüldüğünde) Şimdi birileri çıkmış dünün hesaplarını, başkalarından çıkartmadıkları hınçlarını piyanistimizden çıkartmaya çalışıyor. Yav arkadaşım o insan senin insanı. Madem yabancı şirketten menfaat gördüğünü düşünüyorsun sen sponsor ol. Vakit, Zaman v.s. gibi gazetelerin gazına gelip uyduruk manşetlere kanıp toplanma bir yere. Ne gezer.

Biz sanattan ne anlarız ki: sanat ve sanatçı da bizi anlasın. Sonra oturup içeriz ağlanacak halimize. -Neden toplumumuz Avrupalıları bir asır geriden takip ediyor- tarzında filozofça olmayan ama adamı düşündüren cümleler kurarız. Ağacın köküne yani topluma baktığımızda çok büyük hatalarımız, kardeş kavgalarımız var. Biz görmemekte ısrar ediyoruz. Fakat lanet olsun ki bitmeyen savaşlarımız, akan kanlarımız hala var.

Benim anladığım bu grubun amacı. Gündemde olmak. Bende burada varım deyip şov yapma çabası. Yapılmış olan hareketin misyonu budur. Başka bir şey değil.

9 Ekim 2006 Pazartesi

Uzaklar

Bir çam ormanındasın şimdi,
Toprağa yakın,
Işığa uzak,
Sırt üstü uzanıyorsun yere,
İçinde tatlı bir huzur,
Ve geride onca yaşanmışlık,

Yürüyorsun,
Bir köye,
Bir insana,
Bir sese varma ihtiyacıyla,
Telaşsız acele etmeden,
Adım adım,

Sonra karşında bir beton ormanı,
Her tarafta çokça insan,
Ama gerçek insan sayıca az,
Bilmece bu ya,
Dönüp bakıyorsun,
Bir çam ormanına,
Bir karşında duran betonlara,
Ve kalıyorsun,
Tam ikisinin ortasında-

Düşünürken kıvranıyorsun;
Delice çocuksu bir gülüşle,

Bir tarafta geçmişin duruyor,
Diğer yanda,
-yaşanılacak onca sene,

Ve yavaşça geri dönüyorsun,
Beton ormanına,

Tavşanın tuzağı olan,
-kutuya bir anda düşmesi gibi...

20 Ağustos 2006 Pazar

Bursa Nutku'nun Düşündürdükleri Üzerine

Bursa Ulu camiinde toplanan birtakım kişiler Türkçe ezan okunmasına karşı ayaklanma girişiminde bulunurlar. Atatürk bunun üzerine Bursa'ya gider. Neticede olay kolluk güçlerince bastırılmıştır. Bir köşkte Atatürk akşam yemeği yerken gençlerden birisi ayaklanmayla ilgili olarak şu sözleri söyler: "Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olan güveninden ötürü..." derken Atatürk konuşan gencin sözünü uygun bir biçimde keserek araya girer. Ve tarihe geçen Bursa Nutku'nu söyler karşısındaki gence.

Mustafa Kemal ATATÜRK


O nutukta Mustafa Kemal ATATÜRK, gençliği şu nasihatte bulunur: 

"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu: "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.


Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek, ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek: "Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım" diyecek.


Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlite bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği budur."


Atatürk bu konuşmayı 5 Şubat 1933 tarihinde Bursa'da yaptı. O zamandan bu zamana Türkiye'de çok şey değişti. Bursa Nutku ile ilgili faili meçhul bir suikastta kurban giden Prof.Dr.Ahmet Taner KIŞLALI: "Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi" isimli kitabında: "Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile 'zaaf' içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlarından kuşkulanılabilen, ama gençliğe böylesine 'sınırsız' bir güven besleyen, böylesine 'açık çek' veren, gençliği böylesine 'son çare' olarak gören bir devrimci yoktur. Ve Atatürk, hem gelecek iktidarlar hem de gençlik konusunda yanılmamıştır." demiştir.


Bursa Nutku'nun 
Düşündürdükleri Üzerine:

Bugüne baktığımızda Atatürk'ün endişe ettiği bütün hususlar birer birer ortaya çıkmış ve hepsi gerçekleşmiştir. Ülke toprakları TBMM'de yapılan yasal düzenlemelerle -özellikle Ege ile Akdeniz bölgeleri yabancılara alenen peşkeş çekilmektedir. Başta eğitimde olmak üzere -devletin gelecekle ilgili hayati önem taşıyan tüm organlarında önce kendi yandaşlarına sonra yabancılara el altından pazarlamaktadırlar. Hem de babaların malıymış gibi... 
 
Yalnız unutulmasın ki: bu ülke parçalanırsa, bir tek bu milletin genel şerefi değil, aynı zamanda iktidar sahiplerinin şahsi menfaat ve çıkarları da ayaklar altına düşecektir. İşte o zaman Padişah Vahdettin gibi kaçmaktan başka çareleri kalmayacaktır. Maalesef o gün geldiğinde tek çare olarak ülkeyi kurtarmak için ordu içerisinde yine Türk Gençliği'ne ihtiyaç duyulacaktır. Umarım o hale düşmeden milletin iradesini temsil eden iktidar sahipleri yanlışlarını fark ederler. Üzerlerine düşen vazifelerini kendilerine yakışan şekilde yaparlar. Eğer ki: yapmazlarsa-
 
Artık bu milleti kendi kafalarına göre yönetmeye ve keyfi şekilde davranmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Vatanı bu şekilde yönetenler milletin başına birer bela olmuşlardır. Milletin artık bela çekmeye ne sabrı ne de vakti kalmıştır.

29 Mart 2006 Çarşamba

Eğitim Sistemi Üzerine Notlar


Atatürk kara tahta önünde ders anlatırken
    Eleştirmek -hataların tamamını doğruya çevrilmesi için faydalı hareketlerden sadece bir tanesi. Ama tek başına o da yeterli değil. Doğru yapılan işlerle yanlışları birbirinden ayırabilir. Fakat bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde eğitim sistemi kanayan bir yara. Eleştiriden çok modellemelerin çıkartılması gerektiğini düşünüyorum. [Bölgelere uygun okullar ve eğitim için kadro modelleri] En başta liselerde imam hatipli ve meslek lisesi ayrımın ortadan kaldırılması şart. [Bu okullar toplumdaki gençlerin daha yetişkinliğe geçerken İslamcı ve Laik ayrımı yapmaya mecbur bırakıyor] Duvarlar örerek gençlerin önünde tabular oluşturuyor. Bu eğitim kurumlarının ülke geleceği açısından büyük zararları var. Hem ekonomik -hem yasadışı.

    İkinci olarak düz liselerle -kolejli sınıflandırılması öğrencilerin [tabii buradaki problem paraya dayanıyor -hayatın bir sosyal gerçeği olarak bunu kabul etmek gerekli] yeni öğrenci seçme sınavına bakışı direkt etkiliyor. Ailelerde burada denize düşen yılana sarılır hesabı dershanelere gönderiyor çocuklarını. Onlar haklılar, hatalı olan sistem. Burada bir istisna olan okullar mesleki eğitimleri normal okullar içerisinde yer alamayacak liseler. Mesela; Öğretmen okulları, direkt iş kollarına personel yetiştiren okullar bu kapsamın dışında.

    Eğer bir şeyler değişecekse kökten çözümler ortaya konmalı. Ben kendi örneğimden yola çıkıp, başta açık öğretim okuyan arkadaşlara bazı tavsiyelerde bulunacağım. Açık öğretimde başarı direkt olarak çalışmaya endeksli. Ne kadar emek verirsen, karşılığında o kadar not alırsınız. Ve düzenli çalışmalarla yüksek not almanız hiçte kaçınılmaz değil. Genelde açıktan okuyan liseli ve üniversiteli arkadaşlarımızın büyük oranı sınıf tekrarı yapmıştır. Arkasından da dershaneye gitmiştir. Günlük hayat içerisinde tek başına çalışırken kavrama güçlüğü çeker insan. Ama bir hoca eşliğinde çok daha net anlar dersleri. Peki fakülte kazanan öğrenciyle, açık öğretim okuyan öğrenci arasında ne fark var? Tek bariz fark aldıkları eğitim. İşte o eğitim bütün hayatlarını etkiliyor. Biri 4 yıllık fakülte bitirip, lisans diplomasıyla savcı, hakim, doktor, mimar, mühendis, öğretmen gibi birçok meslek dalında tercihini rahatça yapıyor. Diğeriyse; aldığı diplomayla tam bir mesleğinin olmaması -en baştan konamaması nedeniyle bir süre problem yaşıyor. İşte çözümün bu noktada üretilmesi, ele alınması gerekli. Amacım zaten var olan tartışmalara bir yenisini eklemek değil. Yalnız şuanda öğrenci olanların -NASIL? bir eğitim ve öğretim görecekleri seçme ve talep etme haklarına sahipler. Anasaya'nın Üçüncü Bölümü'nün Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler başlığı altında yer alan 42 ve 130 .maddelerinde eğitim hakkı ve yüksek öğrenim görmeye ilişkin haklar tanımlanmış. Toplumumuz hangi haklara sahip olduğunu bilmiyorum [hukukçular dışında] Zaten genelde çıkan bütün büyük aksaklıklar hakların bilinememesi ve talep edilememesinden ortaya çıkıyor.

    Problem oluşturan başka bir sorunda. Ezberci bir eğitim sistemimiz olması. Bu da öğrencileri kolaycılığa ve kopyacılığa itiyor. Bende zamanında az kopya geçmedik. Amaç dersi geçmek öğrenmek sonraki aşamaydı her zaman benim için. İş işten geçtikten çok sonra kavradık. Temel kuvvetli olmayınca başarı uğramıyor bizim durağa. Ve kat sayının anlamını 3 puandan büyük bir fakülteyi kaybedince anladım. Yazdıklarımı yaşayan öğrenci arkadaşlarım çoktan bu ülkede. Çünkü her sene 1.500.000'dan fazla insan şansını deniyor. Sadece 1/3'ü iyi bir yere yerleştirilebiliyor. Diğer ülkelerle kıyasladığımızda gülünecek durumdayız. Almanya'da ailelere destek primi adı altında her öğrenci için okuduğu okula göre para ödeniyor eğitim masraflarını karşılaması için. Bizde para ödenmesi bir yana- üstüne para ödüyoruz. O da yetmiyor Doğu'da çocuklarımız en 5 km ötedeki okula yalın ayak yürüyor. Atatürk'ün işaret ettiği -erişmeye çalıştığımız muasır medeniyet seviyesi işte bu kadar uzakta.

    "Eğitiminde bazen insanı kurtaramadığı bazı ortamlar olabiliyor. Bir arkadaşımın anlattığı yaşanmış bir olayı aktarmakta fayda var. Kongolu diplomatlardan biri kendi ülkesini temsil etmek için Paris'te bir resepsiyona katılır. İşleri çok yoğun olduğundan -diplomatik işlerle uğraşmış, fazla çalışmıştır, uykusuzdur Kongolu diplomat. O sırada önemli bir sohbetin içindeyken esner. Ağzını açabildiği kadar açar. Ama elini ağzına götürmeyi akıl edemez. Unutur arada. Koskoca diplomat dünya ülkelerinin temsilcilerinin bulunduğu bir ortamda direkt göze batar. Ve temsilcilerden bir tanesi İngilizce olarak: "Mannerless man" der. Anlamı görgüsüz adam demek. Bu olayı insanları küçümsemek için anlatmadım. Ama eğitimli olmakta insanları kurtarmıyor bazen. Kongolu diplomat eğer İngiliz olsaydı. Bu kadar sırıtmayacaktı bu hareketi. Birazda yapılan hakaret Afrika halkına karşı yapılmış bir hakarettir. İşte bizlerde eğitim ve bulunduğu coğrafya nedeniyle karambol de kalan bir ülkeyiz. Aşılması gereken bir başka handikapta ülkemizin prestijinin ülkeler düzeyinde artırılması..."

    Yaşadıklarımdan çıkardığım derslerle Türkiye için yapılması gerekenler sırasıyla; aile planlamasına bağlı olarak eğitim sisteminin ihtiyaçlarının belirlenmesi, kadroların buna göre tahsis edilmesi [tabii önce aile planlamasının oturtulması gerekli Türkiye'de ] İkincisi Hükümet belirlediği bir programla devlet okullarının standardını ödeneğe bağlı olarak öncelikle yükseltmeli, sonrasında ülkenin batısına yapılan okul sayısı kadar doğu bölgelerine de tüm eğitim kademelerinde (ilkokul, lise, üniversite, mesleki eğitim) okullar açılmalı. Daha önemlisi sağlıklı bir eğitim sistemin kurulabilmesi için eğitimcilerin ödenekleri ve sosyal koşulları iyileştirilmeli. Bu saydıklarım akla gelen birkaç tane çözüm. Eminim Milli Eğitim Bakanlığı'nın ve YÖK'ün daha şahane fikirleri ve projeleri vardır. Önemli olan projelerin üretilebilmesi kadar uygulanması da. Başka bir eksikte burada yaşanıyor. Adı da genelde ödenek, kadro yetersizliği oluyor. [Dışarda da 2-3 yıldır kadro bekleyen binlerce mezun öğretmen.]

 Düşünürlerimiz, aydınlarımız konuyla ilgili olarak baya şeyler yazmışlar, çizmişler. Çoğuna internetten bakıp, okudum. Eğitim sistemimiz; aslında herkesin değiştirmek isteyipte değiştiremediği bir yapıya sahip. Her gelen iktidar, bir tarafını kurcalamış. Ya da ufak tefek iyileştirmeler yapmış. Ve eğitim o kadar önemli ki; toplumda olan biten suçların bile temelinde büyük oranda eğitimsizlik yatıyor. Çünkü; bilinçli insan kolay kolay suç işlemez. Çok düşünmemek lazım nedeni. Zaten kısa olan günlerini içerde geçirmek istemez. Elimizdeki verilere bakarsak. ve benzetme yaparsak. Eğitim sistemimiz kansere yakalanmış. İlgili kurumların başındakilerden tanı ve tedavi bekliyor. Ortada kanserlik bir vaka var. Ve tüm toplumu etkiliyor. Ama maalesef lafla beraber yaraya neşter atan bürokratlarımız çok.. Ama kesin çözüm bulan profesyonel -uzman kişiler yok!

28 Şubat 2006 Salı

Artık İlk Adımı Atmalıyız

    
    Mahrumuz. Son model bir arabadan, lüks evlerden ya da insanın hoşuna gidipte alamadığı pahalı oyuncaklardan değil. Türk milleti olarak geleceğe olan umudunu acılarla paylaşmaktan, hayal kurmaktan ölesiye uzağız. Şimdi birileri edebiyatı parçalayıp, ucuz roman yazdığımı düşünebilir. Aslında kıyaslama yapıp, farkı bulmak çok kolay. NASA (Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi)'nin başına getirilen ve ilk siyah başkan olma unvanını alan Charles Bolden şunları söylüyor: "Ölmeden insanlığın Mars'a ayak bastığını görmek istiyorum. Aksi halde çok üzüleceğim."

    İşte mahrum olduğumuz üzerine kafa yoramadığımız büyük ideallerin filizlendiği evren. Amerikalılar-Ruslar ya da diğer büyük devletler bunu başarmanın mutluluğunu yaşıyor. Bazen diplomatik yollardan, bazense derin devletin mitleriyle dünyamızın arka sokaklarında rekabete girişiyorlar. NASA'nın üzerinde çalıştığı Mars Projesi de Rusya ile arasındaki rekabeti biraz daha kızıştıracak. Farklı boyutlar getirecek aralarındaki çekişmeye.

    Bizse arenadaki seyirci misali olağan bir düelloyu seyredeceğiz. Muhtemelen kabımızın dışına yine çıkmayacağız. Bence çalınan geleceğimizin yerine, Ay'a gitmeyi denemekle başlamalıyız. Bir bebeğin kaçıncı adımını attığı önemli değildir. Önemli olan ilk adımıdır. Çünkü; yürümek hatta koşmak onunla başlar.

    Bizim durumumuzda hemen hemen bir bebeğin emeklemeye, yürümeye başlamasına benzemeli. Eldeki imkanlarla, teknolojinin geldiği seviye değerlendirilerek - yer altı zenginliklerimizden faydalanarak ortaya bir şeyler koymalıyız. Zaten darbelerle, ihtilallerle çalınan geleceğimiz için, mahrum kaldığımız bütün gerçekler için ilk adımı atmalıyız... Aynı bir bebeğin emekleyerek ilk adımını attığı gibi...

9 Ocak 2006 Pazartesi

Askere Gittim, Geleceğim.



Hey gidi günler hey...

    Yazının başlığı internetten alıntıdır. Her askere giden arkadaş blogunda bu başlığı atmış. 12 Aralık 2009'ta Kısa Dönem - Piyade Er olarak- 19'UNCU MOT. P. TUG. K.LIĞI EDREMİT/BALIKESİR adresinde birliğime teslim olmuştum.

    Bugün itibariyle acemiliğimi bitirdim. 11 Ocak'ta Usta Birliğimde askerliğime devam edeceğim. Bu yazıyı da cep telefonundan yazıyorum. Bütün er ve erbaş askerlere hayırlı tezkereler. Giderken selam söyleyemediğim bütün arkadaşlarıma buradan selam söylüyorum. Çok yakında görüşmek üzere... Şafak: 134.