20 Ağustos 2023 Pazar

Sevmek Zamanı: Time to Love

Kült filmlere olan ilgim dolayısıyla vakit buldukça izlemeye ve paylaşmaya gayret ediyorum. İzlediğim en son filmlerden bir diğeri de 1965 yapımı, siyah-beyaz bir kült Metin Erksan filmi. Dönemi şartlarında değerlendirildiğinde film hikayesiyle kült film olmayı neden hak ettiğini hikayesinin sadeliği ve vuruculuğu ile ortaya koyuyor. 

1965 senesinden Adalar İskelesi'nden filmden bir kare

İstanbul'dan ve bilhassa adaların o dönemdeki dokusuyla ilgili kareleri de yansıtan film, o dönemin insanın yaşantısına da izleyicisine bir panorama sunuyor. Adanın güzelliğinden etkilenmemek elde değil. Hele de kalabalığın ve buna bağlı betonlaşmanın daha olmadığı o günler düşünüldüğünde adaya hayran kalıyor, insan. 

Halil ve Mustafa, Adalar İskelesi'ndeki restoranda

Gösterime girdiği tarihte yapımcısı maliyetleri düşürmek için -o dönem bir filmin ortalama maliyeti 250.000 liraya çekildiği düşünüldüğünde, mütevazi bir film ekibiyle ve siyah-beyaz olarak 35 mm'lik bir film makinesiyle 60.000 liraya bu filmi meydana getirmiş. İzlerken iyi ki de çekmişler, dedirten -Müşfik Kenter ve Sema Özcan'ın başrollerde olduğu muazzam bir film.

Halil, Mustafa'nın yanında Adalar'da boyacılık yaparak ekmek parasını kazanmaktadır. Bir gün Adalar'daki evlerdeki birinden duvarda asılı olan Meral'in portresine denk gelir. Tam bir sene boyunca bu fotoğrafa bakarak hiç tanımadığı bu kadına bir aşk besler. 

Ve Meral, yağmurlu bir gün yanında iki kız arkadaşıyla adaya gelerek, Halil'in fotoğrafı karşısında oturduğu bir anda onu o halde görür. Bunun üzerine tanışmış olurlar ve olaylar aralarında klasik bir aşk hikayesinin dışında başlayarak ilerler. 

Filmdeki en güzel sahnelerden bir tanesi bence bu ilk tanışma sahnesidir. Kısa sorularla birbirini tanımaya çalışırlar. İki yabancı insanın beklenmedik bir anda karşılaşması ve iki dünyanın birbirini tanımasına benzer bu sahne. 

Afişleri ve posterlerinde son zamanlarda bu sahne üzerine bir çok tasarım yapılmaktadır. Burada Halil, Meral'in fotoğrafı karşısında saatlerini geçirmekte ve ona karşı hiç tanımadan bir aşk beslediğini yansıtmaktadır. 

Ve o ilk an... Halil ve Meral'in bir araya geldikleri ve tanıştıkları sahne.

Meral'in, Halil ile karşılaştıktan sonra evinde Ovidius'un 'Sevişme Yolu' kitabını okurken.

Halil, arkadaşı Mustafa ile Adalar'daki başka bir evde efkar dağıttıkları sırada.

Halil, Meral'in kendisine getirerek bıraktığı portresi karşısında.

Halil ve Meral'in ayrılmadan önce yaptıkları konuşma.

Meral kıyıda Halil'i sandalla gelişini beklerken.

Halil ile Meral'in kavuşma sahnesi.

Ve bu kült filmin final sahnesi.

Bu güzel filmde akıllarda kalan en güzel cümle ise Halil'in ağzından çıkar: "Benimle resminin arasına girme, istemiyorum."

13 Ağustos 2023 Pazar

Gerçeklik algısının sorgulandığı günlerden geçmek

Uzunca bir süre bazı şeylerin müspet (olumlu) sonuçlanacağı kanaatini muhafaza eden insanlar zamanla umutlarını yitirebilirler. Bu durum günlerin içinde gerçeklik algısının sorgulandığı bir boyuta dahi ulaşabilir.

Algıların bulunduğunuz konuma göre gerçekliğinin değişmesini anlatan bir karikatür

Camus'un, 1947 senesinde yayınlanan "Veba" adlı eserindeki şu sözleri hatırlıyorum: "Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir. İnsanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve insan her türlü sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz." 

Gençlikten itibaren -daha doğrusu şuurun oluştuğu o ilk çocukluk evresinden çıktıktan sonra her bir insan hayata dair birtakım kaygılar duyar. Bunlar beklentilerle de bir açıdan doğru orantılıdır. Yaşadığınız ülkenin şartları, içine doğduğunuz aile, akraba ve toplumun sosyal çevre içerisindeki statüsü, iş hayatınızdaki kariyeriniz ve özel yaşamınızdaki durumların toplamı kişinin bulunduğu noktayı belirler. Tabii birde coğrafya meselesi vardır. Onu da unutmamak gerekir. 

Algımızı etkileyen -son günlerde dışardan içeriye doğru etki eden ama ağırlıklı olarak içeriden dışarıya sonuç veren günlerden geçiyoruz. Memleketin genel durumları içerisinde düşünürsek klasik seçimler sonrası yaşanan ekonomik buhranlar söz konusu. Bazılarımız şunu diyebilir: "Dünya genelinde bir pandemi yaşandı ve çoğu sektör bundan olumsuz şekilde etkilendi..." Bu söyleme katılmamak elde değil ancak tek parametre bu değil, olamaz da.  


Ara ara düşünürken aldığımız eğitimin yeterli olup olmaması, hayata karşı aile-okul arasında gidip gelirken bireyin içine düşeceği gelecekteki şartlara göre hazırlanamamasının da bu gerçeklik algısını derinden etkilendiğini düşünüyorum. 

Eskiden yaklaşık bundan bir yirmi sene evvel geleneksel aile tiplemesi içindeki çoğu insanımız çocuğunun bir meslek sahibi olması için üniversiteyi bir gereklilik olarak görüyordu. Gelinen nokta da ise; üniversitenin artık tek başına kapı açacak bir anahtar olmadığı ortada. 

Peki ne yapmalı günümüz insanı? Ağırlık olarak bir ya da iki maaşla geçinen, ortalama maaş alan, çocuklarını bir meslek sahibi yapmak için ömür boyu didinen, emekliliğinde dahi rahat etmeyeceğini düşünen (az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerdeki) bu insanlar ne yapmalı? 

Eğitim dışında bilhassa bir dil öğretmenin -özellikle yurtdışına çıkış için gerekli olduğu vurgulanıp duruyor. Ama şu hiçbir zaman insanlara hatırlatılmıyor. Sürekli olarak yüksek maaşlı bir iş bulmak için yurtdışına gitmek için iyi bir üniversite ve dil öğrenmek olduğu söylenip duruyor. Peki insan sadece üretim araçlarının bir parçası olmak için mi var ediliyor? Orta Çağ'daki tabloları var eden gününün dertlerini yansıtan sanatçıları var edecek insanlara gereksinim duyulmuyor mu artık? 

İnsanda maalesef bir otonom araç halini alıyor, yavaş yavaş. Doğaya dönmekten ve orada eski tip üretim yönlerine günümüzün yenilikçi anlayışını da (ekolojik sistemi) tahrip etmeden yeni bir düzen kurmaktan başka çare bırakmıyor. 

Bir duvar sanatçısının yaptığı protest resim çalışması

Sürekli ama sürekli yaşamak için birçok kuralın uygulanması gereken ve insanların bu döngü içinde kendini tükettiği metropoller yaratmaktan başka ne işe yaradı, Sanayi Devrimi. Binlerce yıldır Rönesans ve Reformları bir kenara bırakırsak insana, insanlığını hatırlatacak ne yaptık? Arada ülkelerinin bağrında çölde açan birkaç nadide çiçek gibi büyük edebi ustaları ve sorunları göbekten anlatan sinemacıları da saymazsak. 

Mahvediyoruz. Bütün iyi şeyleri, güzel duyguları katlediyoruz. Beton üstüne beton döküyorlar, şehirlere. Ama çizilip yazılmaktan ve konuşulmaktan öteye geçilmiyor. Ve böyle gerçekten yaşanmıyor. 

Gerçeklik algımızın sorgulandığı günlerden geçiyoruz. Anladığım kadarıyla nefessiz kalana kadar bütün insanlığı boğacaklar, bunlarla. İnsanlar bu kadar kalabalık olmasına rağmen herkes bireysel olarak kendi sonunu ve ailesini düşündüğü için ağzını açıp bir şeyde demiyor, diyemiyor. 

Yaşamamız için üretmemiz gerekiyor. Bu kısmına yönelik bir eleştirim yok. Asıl sorun nasıl ürettiğimiz... Dünyadaki bütün dengeleri bozarak ve her şeyi yaşanmaz hale getirerek bir şey ortaya koymamız sonumuz getiriyor. Ve insanoğlu olarak doyumsuzuz. 

Gerçeklikle -kaotik bir kabusun arasında kalmış gibiyiz. 

Ve algılarımız artık istemsiz olarak bu gerçekliği sorguluyor.

"İçinde yaşamak istediğimiz ve çocuklarımıza bırakacağımız dünya bu mu?!" diyerek...