12 Ekim 2006 Perşembe

Bu Topraklardan 'Değişim' Geçer mi?


Anadolu Ekspresiyle dört beş kere Ankara'ya gitmiş gelmişliğim var. İkinci evim bile ilan ettim kendi kendime bu kalabalık şehri. Ve her gidişimde yolda yeni şeyler gördüm, duydum, öğrendim. Okumak dışında tecrübe hayatla kazanılan bir süreçtir. Neticesini yaşadığınız günlerde yenilerini ekleyerek ilerletirsiniz.

İşçiler bir eylem sırasında

Lafı uzatmadan yavaş yavaş konuya geçiyorum. Yakın bir dostumla Ankara'daki asker kardeşimi görmek için Pendik'ten binmemiz gerekti Ankara Ekspresi'ne. Minibüs yerine trenle Pendik'e geçelim dedik. Tuzla'dan beklediğimiz bizi Pendik'e götürecek banliyö treni arıza yapmış. Minibüse bindik. Yine yetişemiyoruz. İn dedim arkadaşa. Taksi çevirelim. Neyse zar zor taksinin birini durdurduk. Sağ olsun taksici abimiz iyi biri çıktı. Yan yoldan hızlı bir şekilde giderek beş dakikada Pendik'teki istasyona yetiştirdi bizi. Ekspreste o anda geldi. Yerleştik koltuklarımıza. Kapı ağzındaki yere de iki öğrenci geldi.

Önce genel ahval, hal ve hareketlerini tarif edeyim. Biri uzun saçlı, keçi sakalı bırakmış. Kafasında fötr kare kare bir şapka, gözlere kalem çekmiş. Üstü bol, ayaklara doğru daralan bir kot pantolon giymiş. Üstündeki tişörtte 'F..ck you' yazan bir tişört. 

Birincinin arkadaşını olduğunu en az yüz metreden tanıyacağız ikinci öğrenci ise; saçları kısa, arkasından küçük bir at kuyruğu yapmış. Ense kökünde örmüş. Kollarının büyük bölümü dövme içinde. Saçının ön tarafını kızıla boyatmış. Kulağında kulaklık. Müzik son ses. Çantası üzerinde acayip işaretler var. İkinciyle uyum içerisinde yani. Şahsen kişilerin ne giydiği, saçı sakalı beni ilgilendirmiyorum. Herkesin kendi seçimi.

Bu iki öğrenci arkadaş vagona binince öncelikle müziğin sesiyle etrafın dikkatini çektiler. Herkes gibi bir müddet bende durup izledim bu iki gencin hareketlerini. Enteresandır o arada arkadaşımla ülke de değişim ne zaman olabilir sohbeti geçiyordu. O teknolojik gelişmelerin değişimi geciktireceğinden bahsediyordu.

Konumuzun dağıldığı anda Yılmaz Güney'in 'Siyasi Yazılar' kitabı da var önümüzde. Bu kareyi birleştirin kafanızda, iki tipi kayık öğrenci, değişim üzerine sohbeti. önümüzde Siyasi Yazılar kitabı, dilde ülkemizin geleceği.

Gece uyku tutmadı. Uykusuzluktan ya da yorgunluktan değil, yol boyunca o iki öğrenci arkadaş birbirlerinin fotoğraflarını çektiler, flaşlar patladı, abuk sabuk konuşmalar, bağırışlar geçti aralarında. Türkçeyi bırakıp aralarında abuk sabuk hareketler yaparak birtakım sesler çıkararak didişip durdular.. Gideyim şunların yanına: "Yahu bir rahat verin, insana yakışacak şekilde birbirinize davranın, bizde sizinle yolculuk ediyoruz, huzur verin." diyecek oldum. Hatta gitmek için bir teşebbüste bulunup ayağa bile kalktım. Arkadaşım boş ver, dedi. İki tane abuk sabuk insan işte... Uğraşmaya, cevap vermeye bile değmez, dedi. Sonra düşündüm hak verdim.

Ekspres durdu. İndik onlar hala saçma sapan muhabbetlerine insanları rahatsız ederek devam ettiler. Kızdım kendime. Böyle bir gençlik içinde anılmaktan dolayı. Elden bir şeylerin geldiği halde bir şey yapamamaktan dolayı.

Arkadaşla bütün gece bu konuyu konuştuk. Sonra anladım bu topraklara değişimin gelmesi için okumanın yanında düşünen bir gençliğe ihtiyacı olduğunu savundu, durdu. Hani cıva gibi olmalı delikanlı dediğin, derler. Ha işte onların yanında birde düşünen dimağları olmalı, diyerek bende görüşüne katıldım.

Mesela Yunanistan'da bir öğrenci öldürüldü. Tüm Yunan gençliği ayağa kalktı. Olayları, polis bir müddet kontrol altına alamadı. İki ay anasını ağlattılar, Atina'nın. Yani bir ateş topu olmalı gençlik. Değdiği yeri olayları sorgulamaya sevk etmeli gerektiğinde. Toplumun sigortası, can damarı olmalı. Ters hareketlerde -atmalı. Dosta da düşmana da uyarı verebilmeli. Ama bir bakıyorsun yukarda anlattığım öğrenci arkadaşlara... Cümlenin devamını getiremedim. Bunlardan ateş topu olmalarını bırakın, insani davranışları sergilesinler, etraflarını rahatsızlık vermeden yolculuk yapsınlar, bu bile kafi..

Soru(nu)muz duvar gibi karşımızda yine;

Bu topraklardan 'değişim' geçer mi?

Cevabım geneli kapsamamakla beraber,

Gençlik kendini toparladığında, emin olun değişim için bir şansımızda olacaktır.

11 Ekim 2006 Çarşamba

Sanat ve Sanatçıyı Anlamak


İdil Biret, piyanist
Huzur bulmak bu memlekette hazine bulmaktan daha zor. Televizyonda, gazetelerde, bültenlerde, internette kısaca her yerde kötü haberin kokuları var. Sanatçılarımızdan piyanist İdil Biret konser vermek için Topkapı Sarayı'ndaymış geçen akşam. Arkasından sağcı gruplardan biri slogan atarak protesto etmiş (etmeye çalışmış demiyorum - gördüğüm kadarıyla polisin koruması altında gayet güzel protesto etmiş) verilecek konseri. Güvenlik güçleri sonrasında formalite icabı -yapılması gereken mecburi görevlerini tamamlamışlar. Toplanan kalabalık dağılmış.

Sormak istiyorum. Acaba bu grup sağcı değil de solcu veyahut başka bir ideolojiye sahip olan insanlarımızdan meydana gelseydi bu kadar rahat protesto edebilirler miydi? sanatçımızı. Hadi etti diyelim. Toplanıp karakola götürülüp ifadeleri alınmaz mıydı? Gel de kızma. Hele konu sanatçı olunca durumun vaziyeti bir başka çetrefilleşiyor. Grubun dediğine göre sorunun ana kaynağı; konsere sponsor olan firmanın yabancı bir şarap firması olması. Burada durup düşünmek lazım. Demek ki: kendi firmalarımız yeterince sanata sahip çıkmıyor. Özen göstermiyor. Düşünmek lazım arkadaşım slogan atmakla olmuyor bu işler sadece.

Bu tip haberler anlatmakla bitmez. İncelemek. Arşive almak gerekli. İlerde garanti benzer haberler çıkar. Yaşanır ülkemizde. İyice bakıldığında başka garip tarafları da mevcut protestonun. Ağırlıklı olarak ülkemizdeki firmaların yüzde 90'ı yabancıların elinde. (borsadaki hisse senetleri, yönetimdeki söz sahiplikleri düşünüldüğünde) Şimdi birileri çıkmış dünün hesaplarını, başkalarından çıkartmadıkları hınçlarını piyanistimizden çıkartmaya çalışıyor. Yav arkadaşım o insan senin insanı. Madem yabancı şirketten menfaat gördüğünü düşünüyorsun sen sponsor ol. Vakit, Zaman v.s. gibi gazetelerin gazına gelip uyduruk manşetlere kanıp toplanma bir yere. Ne gezer.

Biz sanattan ne anlarız ki: sanat ve sanatçı da bizi anlasın. Sonra oturup içeriz ağlanacak halimize. -Neden toplumumuz Avrupalıları bir asır geriden takip ediyor- tarzında filozofça olmayan ama adamı düşündüren cümleler kurarız. Ağacın köküne yani topluma baktığımızda çok büyük hatalarımız, kardeş kavgalarımız var. Biz görmemekte ısrar ediyoruz. Fakat lanet olsun ki bitmeyen savaşlarımız, akan kanlarımız hala var.

Benim anladığım bu grubun amacı. Gündemde olmak. Bende burada varım deyip şov yapma çabası. Yapılmış olan hareketin misyonu budur. Başka bir şey değil.

9 Ekim 2006 Pazartesi

Uzaklar

Bir çam ormanındasın şimdi,
Toprağa yakın,
Işığa uzak,
Sırt üstü uzanıyorsun yere,
İçinde tatlı bir huzur,
Ve geride onca yaşanmışlık,

Yürüyorsun,
Bir köye,
Bir insana,
Bir sese varma ihtiyacıyla,
Telaşsız acele etmeden,
Adım adım,

Sonra karşında bir beton ormanı,
Her tarafta çokça insan,
Ama gerçek insan sayıca az,
Bilmece bu ya,
Dönüp bakıyorsun,
Bir çam ormanına,
Bir karşında duran betonlara,
Ve kalıyorsun,
Tam ikisinin ortasında-

Düşünürken kıvranıyorsun;
Delice çocuksu bir gülüşle,

Bir tarafta geçmişin duruyor,
Diğer yanda,
-yaşanılacak onca sene,

Ve yavaşça geri dönüyorsun,
Beton ormanına,

Tavşanın tuzağı olan,
-kutuya bir anda düşmesi gibi...