3 Kasım 2023 Cuma

Çözümsüzlüğün Çözüm Olarak Betimlenmesi

Herodot:

Barışta oğullar babalarını gömer; 

savaşta ise babalar oğullarını gömer. 

Fotoğraflarla  I. ve II. Dünya Savaşları

I. ve II. Dünya Savaşı sonrasında uzun bir süre —özellikle ABD'de 1929 Büyük Buhran ile artık insanlık başlarındaki kral, padişah, çar vesairenin diğer ülke ile kurdukları güç dengeleri üzerinden değil de fosil yakıtların elde tutulabilmesi için bölgesel lokal savaşlara sahne olmuştur. (John Steinbeck'in, Gazap Üzümleri eseri Amerika'da yaşanan bu krizin halkın yaşadığı acılara gerçekçi bir kesit sunmaktadır. Romanın son sahnesinde Rose bebeğini daha güzel bir dünya da büyütmek isterken ölmek üzere olan yaşlı bir adama memesinden süt vermeye çalışarak onu yaşatmaya çalışmaktadır.)

Esaslı konuya girmeden önce devletlerin yönetim şekillerini hatırlamakta fayda var: "Monarşi, demokrasi, aristokrasi, timokrasi, oligarşi, teokrasi ve tiranlık...." Günümüzde cumhuriyetle bile yönetilen devletler yüzölçümleri büyüdüğünde -bu yönetim şekli işlevini yitirmeye başlamaktadır. Şehir boyutundaki devletlerde cumhuriyet iyi bir yönetim biçimidir. Ancak bakınız; Roma Cumhuriyeti (M.Ö.509 - M.Ö.27) bile sonunda krallık yoluyla başladığı yolunu imparatorluğa evirerek sonunu hazırlamıştır. Tarih yıkılmış imparatorluklar ile doludur. Devletlerde aynı insanlar gibi önce doğup, sonra büyüyüp ardından ölmektedirler. 

Osmanlı İmparatorluğu, tarihsel süreçte özellikle genişleme döneminde birçok kıtaya yayılarak hüküm sürmüş, ancak 18.yüzyıldan itibaren çağının gereklerini yakalamayarak dağılma sürecine girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu dağılma dönemine, Rus İmparatorluğu ile Yaş Antlaşması'nın 1792 tarihinde imzaladıktan sonra girmiş, saltanatın kaldırılarak devletin lağvedildiği 1922 tarihinde kadar sürmüştür. Kurtuluş Savaşı ile Anadolu toprakları kurtarılarak Türkiye Cumhuriyeti kurulabilmiştir. 

1683 senesi itibariyle Osmanlı İmparatorluğu haritası

Peki, günümüz dünyasında "Cumhuriyet nedir, ne değildir?"

 Ülkemiz açısından ele alırsak, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra elzem olarak yönetim şeklinin "Cumhuriyet" olması kaçınılmazdır. Atatürk ve silah arkadaşları kendi dönemleri içerisinde -başta Ulu Önder Atatürk olmak üzere (bu arada bu yeni yönetim şekline şiddetli şekilde muhalif olanlarda vardı.) buna rağmen yönetim biçimi dönemi içinde doğru ve gerektiği şekilde "Cumhuriyet" olmuştur. Atatürk döneminde birçok isyanla da baş edilmiştir. 

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet Paşa ile birlikte

Başlıca önemli isyanları kronolojik olarak saymamız ve hatırlamamız gerekirse; Nasturi İsyanı (7-28 Eylül 1924), Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat-31 Mayıs 1925), Şemdinli İsyanı (25 Haziran 1925, Haziran 1926), Raçkotan ve Raman İsyanları (7-12 Ağustos 1925), Eruhlu Yakup Ağa ve Oğulları İsyanı ve Pervari İsyanı (1926), Koçuşağı İsyanı (7 Ekim-30 Kasım 1926), Hakkari İsyanı (6 Ekim 1926-Mart 1927), Sason İsyanları (1925-1937), Mutki İsyanı (26 Mayıs-25 Ağustos 1927) ve Ağrı İsyanları (1926-1930), Oramar İsyanı (6 Temmuz-10 Ekim 1930), Tendürek İsyanı (14-27 Eylül 1929), Savur İsyanı (26 Mayıs-9 Haziran 1930), Asi Resul İsyanı (22 Mayıs-3Ağustos 1929), Bicar İsyanı (12 Ekim-17 Kasım 1927), Batuş İsyanı (20 Mayıs-9 Haziran 1927), Zeylan İsyanı (20 Haziran-18 Eylül 1930) ve Pülümür İsyanı (8 Ekim-14 Kasım 1930).

Ayrıca çoğu insanın hafızasına kazınmış ve en azından ismen bilinen iki olayda olmuştur: Dersim (Tunceli) Olayı (1937-1938) ile Menemen Olayı (23 Aralık 1930).

Dünya da bütün toplumlarda yönetim şeklinin değişmesi her zaman bir takım çevreleri ve güç odaklarını etkilemiştir. Neticesinde; birtakım isyanlar ve olaylar çıkmıştır. Atatürk, kendi dönemi içerisinde kendisine muhalif olanlara rağmen cumhuriyetin gereği olan devrim ve ilkeleri sırasıyla hayata geçirmiştir. Sömürge devletler olan İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya ve diğer Batı-Orta Avrupa ülkeleri sanayi devrimi içerisinde yer alarak parlamenter rejim içerisinde (Roma geleneğinden) gelen birikimle de içselleştirmişlerdir. 

Cumhuriyet, özünde halkın egemen olan otoriteyi kendi seçtiği temsilciyi meclise göndererek yönetime katılmasıdır. Bu şehir devletlerinde iyi bir yönetim biçimidir. Ancak devlet büyüdükçe bu işlevini yitirmeye başlamaktadır. Çoğu ülke kendi geleneksel yapılarının dışında parlamenter rejim içinde bir şekilde kalmaya çalışırken bazı devletler başkanlık sistemine geçmiştir. ABD ve Güney Amerika'da olmak üzere Türkiye ile bazı Orta Asya ülkelerinde tam başkanlık sistemi, Rusya başta olmak üzere, bazı Afrika ülkelerinde ise yarı başkanlık sistemiyle yönetilmektedirler. Parlamenter anayasal monarşi ile yönetilen ülkelerin başında ise; İngiltere bulunmakta olup, Avrupa'nın çoğunluğu parlamenter sistemli cumhuriyetler ile yönetilmektedir.

İşaret etmek istediğim ana nokta şu ki; Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet, kazanımları ile beraber parlamenter sistemle devam etmeliydi. Partilerin tabandaki her görüşü meclis içerisinde muhafaza ettiği bir yapıya kavuşması gerekirdi. Sandık demokrasisinin bir cilvesi de toplumun bütün katmanlarının görüşünü potasında eritecek güce sahip olamamasıdır. Hitler'de Almanya'nın başına seçim yoluyla gelmiş ancak sonunda bir diktatör olarak çıkarak 2 milyon insanın ölümüne sebep olmuştur. Demokrasilerde partileri denetleyecek, eleştirecek iç mekanizmalar en az onu yöneten kadar önemlidir. Kurumsallaşmış ve kökleşmiş devletin iç organları ve muhalefetin etkin bir şekilde iktidarı yapıcı şekilde eleştirmesi.

Tarihsel açıdan günümüze baktığımızda; 1517-1917 arasında Orta Doğu topraklarının bir kısmı ve Kuzey Afrika'nın önemli bir bölümü Osmanlı İmparatorluğu'nda dört yüzyıl boyunca kalmıştır. Bugün Ortadoğu'da savaşlar hiç bitmemektedir. Din savaşlarının temel sebebi; Orta Doğu'da fosil yakıtların ve doğal gaz rezervlerinin o bölge de bulunmasıdır. 

İsrail'in Filistin'i tarihsel olarak nasıl işgal ettiğine dair harita

Filistin topraklarında Arap-Müslüman bir devlet yerine başka bir dinin mensubu olan insanların ülkesi olsaydı yine de bu savaşlar yaşanır mıydı?

 Burada temel savaş nedeni hep din savaşı olarak gösterilmekte, Kudüs ve El-Aksa başta olmak üzere Müslüman-Hıristiyan savaşı verildiği kamuoyuna lanse edilerek, terör örgütleri bu bölgeye sokulmaktadır. Terör örgütleri devletlerin desteği almadan varlıklarını sürdürmeleri mümkün değildir. Çok kısa bir süre önce Amerika, Afganistan'ı A'sından Z'sine ne varsa ülke de Taliban'a anahtar teslim verdi. Askeri açıdan bakmamız gerekirse içinde tankıyla, tüfeğiyle, mühimmatıyla beraber. Ve orada yaşayan milyonlarca insanı kendi kaderine terk etti. 

Neden peki bunu yaptı, ABD?

Hem kendi askeri gücünü orada heba etmemek, hem de ilerideki stratejik hamleleri için bir güç yaratmak için... ABD ileride gireceği bir savaşta Afganistan'ın insan kaynaklarından da faydalanarak orada kendine Taliban yoluyla bir ordu meydana getirmiş oldu. Gerektiği zaman gerektiği şekilde kullanacağı kanaatindeyim.

Üçüncü Dünya Savaşı ne zaman çıkacak, diye soranlara cevaben; içindeyiz, zaten. Rusya-Ukrayna Savaşı olsun, Filistin-İsrail Çatışmaları, Lübnan cephesinin açılması.... Artık eskisi gibi bir Dünya Savaşı çıkacağını düşünmüyorum. Böyle lokal şekilde bölgesel ve yayılan savaşlar bu çağın kaderi...

Tarihsel okumayı iyi yaptığımızı düşünmüyorum. Ve çözümsüzlüğün çözüm olarak algılatılması sorunuyla karşı karşıyayız. Ve bu hususla ilgili İtalya'nın iktidar filozofu olarak anılan Machiavelli'nin şu sözleri beni düşündürüyor:

Niccolò Machiavelli'nin yağlı boya bir portresi 
Niccolò Machiavelli, Prens adlı eserinde "V, Fethedilmeden Önce Kendi Yasaları Uyarınca Yaşayan Kentleri ya da Prenslikleri Nasıl Yönetmek Gerektiği" bölümünde: "Özgür yaşamaya alışmış bir kenti kim ki ele geçirir de yıkmaz ise onun tarafından yıkılmayı beklemelidir; çünkü bir başkaldırıda, özgürlük adı ve ayrıca ne geçen zamanın uzunluğunun ne de yapılan hiçbir iyiliğin belleklerden silemediği eski görenekler ona sığınak olur. Ne yaparsan yap, neye girişirsen giriş, eğer o kentin yerlilerini sürmekte, dağıtmakta duraksarsan, asla, ne bu adı ne de bu alışkanlıklarını unutmazlar ve en küçük bir fırsatta bunlara sarılırlar." der. (Kaynakça: Prens. Çeviren: Nazım Güvenç. İstanbul: 1993, Anahtar Kitaplar Yayınevi. s. 57)

Savaşların, vücuda kanserli bir hücre misali dünya coğrafyasına daha fazla yayılmadan bitmesi için devletleri yönetenlerden ziyade belirli güç odaklarının kontrol altında tutulması gerektiğini unutmamız gerekir. İnsanlık ancak veba kökü kurutulduğunda sağlıklı günlere kavuşabilir.