7 Ekim 2007 Pazar

Birileri Gelmeli, Türkiye Değişmeli



Kafamı kurcalayan sorular çoğalırken; cevaplarımsa hala kısır döngünün içinde kıvranıp duruyor. Her olgunun sonuna "açılım" kelimesiyle sıfat tamlaması kuruluyor. Milletvekilinden tutun bakanına kadar. Herkes aynı kelimelerin farklı versiyonlarını kullanıyor. Peki ne oluyor kullanıyorda. Açılım denen muammanın yerinde elde gene var olan rakam: sıfır. En baba ütopyaların kurulduğu ülkemizde herşey ama herşey hayal ürünü. Üniversiteleri kazanan genç kardeşlerimizin idealist ruhları okul bitince yavaş yavaş işsizlik iletinde eri -tiliyor. Arkasından ailevi problemler baş gösteriyor. Maddi olguların hakim olduğu emperyalist dünyada sokağa parasız çıkmak mümkün değil maalesef.

Bazı şeyleri iyi kötü yaşayıp, yaşanmışlıklar hanesine atmış biri olarak ben anlıyorum onları - o dönemi yaşadığım için. Gelin görün ki: baştakiler anlamıyor.

Bugün başkanın bindiği zırhlı araca konulan 1 aylık benzin parasıyla bir ailenin geçimi çok rahat sağlanabilir. Bazılarının keyfi -bir insanın hayatıyla teğet geçiyor. Sınanıyor. 660 lira asgari ücret insanlarımızın hayat eksenini belirliyor.

Yazımı felsefe temelleri üstüne kurmayacağım. Che'nin Ekonomi Yazıları kitabında dediği gibi: Ekonomik bağımsızlığına kaybeden bir ülke zamanla siyasi bağımsızlığına kaybedecektir. demiştir. İşte hayal ürünü fabrikasına dönen Türkiye bu süreci yaşıyor. İleride ne olacağı tam olarak belli olmamakla beraber... Ortada olan gerçeklik git gide dışa bağımlı olacağımızı gösteriyor bizlere. Girdiğimiz mağazaların nerdeyse tümünün -hem sermayesinin hemde tabelasının çoğu yabancıların elinde. Hepimiz biliyoruz bunu... Baştakilerin açılım yerine ekonomik sorunlara çözüm bulması gerekli. Acil olarak istihdama yönelik projeler geliştirilmeli... Yoksa işsiz ordusu büyüdükçe suç oranlarında da artış yaşanacaktır. Sokaklarda 20 lira için boğazlanan insanları görmemiz yakındır. (Maalesef acı gerçek bu)

Çözüm için: yeni kişiler ve kafalarındaki yeni projeler gerekli. Artık kardeş kavgasının sonuç getirmediği algılanmalı. İdeolojik ve cep hesaplarına dayanan oyunlar yerine birileri gelmeli iktidara ve Türkiye değişmeli...

21 Haziran 2007 Perşembe

Geleceğin Dünyası: 'Robotlar'

Silah sanayi geliştikçe ve bütçesi devlet eliyle beslendikçe, insansız imha makinalarını üretmek yavaş yavaş hayalden çıkıp gerçeğe dönüşüyor. Hayata geçiyor. Her yenilikte başı çektikleri gibi (İngiltere ve Japonya ikilisi) bu işte yine ilk iki sırada.

Willh Smith'in başrolünü oynadığı 'I, Robot' adlı sinema filminden bir sahne

Söze İngiltere kanadından girmek istiyorum. İngiliz Savunma Bakanlığı BBC'de bazı silahlar tanıttı 1-2 gün önce. Tanıtımı yapılan silahlar içinde; kamufle edilmiş tanklardan, görünmez hayalet uçaklara kadar birçok taarruz ve savunma silahı mevcut. Yelpaze son derece geniş.

Her alanda hareket kabiliyetine sahip robotların prototiplerine kadar birçok silah teknolojisi ürünleri bulunuyor. Kullanımı da ayrı bir eğitim ve bilgi gerektiği de dipnot olarak düşüldü programda. Amaç bell aslında. 'Biz yaptık! Güç bizde.' demenin bir başka şekliydi sözde basın açıklaması. Kısaca kendi reklamlarını yaptılar kendi kanallarında. Takdirle karışık kızdım. Bizde neden? böyle işler çıkmıyor. Neden hep dışardan ithal ediyoruz teknolojiyi...

Sonra inceledim internetten. Bir ordunun gereksinimi olan neredeyse her donanım İngiliz Savunma Bakanlığı'nın tanıtımını yaptığı silahlarda var. Bir ordu için gerekli olan herşey tamam. (Kanlı canlı piyade hariç- ilerde robotlar üretilmesiyle bu değişkende yerini makinaya bırakabilir) Silah, uçak, gemi v.s. Yani ilerde devletler orduya bile gereksinim duymadan savaşa katılabilir. İnsanlar, robotlar tarafından bile öldürebilir.

Mesela; askerler bir tank içinde devriye atacak gelecek yıllar içinde. Hatta bilgisayar başında 3.Dünya Savaşı bile başlatılabilir -başlayabilir. Olasılık dahilinde. Çünkü; güç kimdeyse, hükümdar o'dur mantığı geçerli gerçek hayatta.

Amerikan hegemonyasını acı tecrübelerini gördükten sonra Körfez Savaşı ve Irakta. Bakkal Hüseyin Amca'nın evinin bir hayalet uçağın akıllı füzesiyle vurulmayacağının garantisini kimse veremez. İşin mizahi tarafı bu. Ama Hüseyin amcanın evinin vurulmasıyla ölmesi kadar da gerçek şuan ki durum. Savunmaya özellikle Avrupa toplumundan sonra Çin önem veriyor. Ar-Ge ayırıyor. Peşinden Irak geliyor. Bizimde silah savunmasında Mehmetçik-1 piyade tüfeğinden fazlasını yapmamız gerekli. Yoksa 100 yıl sonra bırakın Tam Bağımsızlığı- Yarı Bağımsız bile olamayız. Çünkü; insan faktörü yerine mücadele robotlar -yani makine boyutuna geçiyor. Bir insanın fiziki şartıyla durumu kıyaslamaya gerek bile yok.

"Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz!" türküsünü dinlerken yerine aslında kimin hükümdar olacağı çoktan belli oldu. 21.Yüzyılda yaşamanın avantajları olduğu gibi dezavantajları da var. Gelecekte ordulara gerek olmayacağı da bunlardan sadece biri...

18 Mayıs 2007 Cuma

Nereye Varmaya Çalışıyoruz?

Milyonlarca insanın yaptığı gibi sabah yataklarımızdan kalkıp, işimize uygun elbiselerimizi giyerek, paralı olanlarımız özel arabasıyla, bu imkanı bulunmayanlar işverenlerinin tahsis ettiği servisleri ile buna da sahip olmayanlar otobüs ve diğer ulaşım araçları ile işe ulaşmaya çalışıyoruz. Bütün gün kafamızı meşgul eden diğer sorunları kenara bırakarak çalışma saatini doldurup akşam evlerimize dönmeye uğraşıyoruz. Bu sonu olmayan koşturmaca da birer maratoncuyuz aslında hepimiz.

Ve hepimizin geleceğe dair ciddi korku ve kaygıları var. Peki aslında nereye varmaya çalışıyoruz. Amacımız ne? Benim şahsi olarak bu soruya verdiğimiz cevap net arkadaşlar. Gelecekle ilgili öyle çok büyük planlarım yok. Sadece işden eve, evden işe giden. Ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan sıradan bir adamım. Yaşamak için çalışıyorum. Çoğunluğun yaptığı gibi. Onun için çok büyük hayaller kurmaya fırsatımın bulunmadığının farkındayım.

Yazımla paralel olarak diğer bir yandan, yaşamın doğumla başlayıp, ölümle noktalandığını ve her sürecin bir başlangıcı olduğu gibi sonu olduğunu kabullenmek gibi bir gerçekte var yanı başımızda. Bu nedenle başarmak istediğimiz şeylerin ne olduğunu doğru seçmemiz ve ortaya çıkan sonuçlarda ne kadar kendimizi mutlu edebildiğimiz önemli...

İşte bu denkleme hayat diyoruz hepimiz...

Peki sizin için hayatta ne önemli ve aslında nereye varmaya çalışıyoruz?

16 Nisan 2007 Pazartesi

Blog Yayın İlkeleri

Blog Yayın İlkeleri

'Y.Arslan Çınar' başlığa altında yazdığım blog yazılarımla belli bir yükümlülüğün altına giriyorum. Meramımı anlatan yazılarımın hammaddesi; gerçek yaşam içerisinde edindiğim tecrübelerin ortaya çıkardıklarının ürünüdür. Bu çerçevede bazı editöryel değerler olan yayın ilkelerine dikkat edeceğim. Uyacağım başlıca yayın ilkeleri;

- Objektif Olma (Tarafsızlık): Dünya ve ülke olaylarına; siyasi görüş olarak her ne kadar çizgisi belli olan bir birey olsam da; olanı 'net' olarak ortaya koyma açısından tarafsız davranacağım. Doğru olan, salt gerçeği ortaya koymaya çalışacağım.


- Kaynak Gösterme: Herhangi bir kaynaktan alıntı yapıldığında -alıntı yapılan görsel ya da yazılı materyala ilişkin yazı içerisinde, bizzat kaynak üzerinde veyahut dipnot şeklinde yazı sonunda kaynak göstereceğim. Emeğe saygı ve fikirlerin şahsiliği açısından bu hususa dikkat edeceğim.


- Toplumsal Sorumluluk: Ülke ve evrensel sorunlarına karşı kişisel olarak -bir yurttaş ve aynı zamanda insan olarak toplumsal bilincin oluşması için katkıda bulunmak yayın ilkelerim içerisinde olacak.


- Lakikliğe Sahip Çıkma: Devletimizin; sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzeninin din kurallarına yerine çağdaş hukuk devletini düzenini sahip çıkmak olduğundan, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, Anayasanın ve hukukun üstünlüğüne sadık kalınacaktır.


- Telif Hakkı: Aksi yazı içerisinde belirtilmediği sürece: 'Y.Arslan Çınar Yazıyor...' alıntı dışında kalan tüm yazılı ve görsel malzemenin telif hakkı Y.Arslan Çınar'a aittir. Kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan kullanılması yasal anlamda suç teşkil ettiği durumlarda yasal gereği yapılacaktır.


- Türkçeye Saygı: 'Y.Arslan Çınar Yazıyor...' adlı kişisel blogumda ana dilimizin doğru şekilde Türkçe konuşmak, yazmak ve dilimizin yabancı kelimelere karşısında kirletilmemesi, yozlaşılmaması için işin özüne -kısaca dilimizin kurallarına uygun yayın yapmaya özen göstereceğim.


- Yayın ve Yayıncı Etiği: Toplumsal değerlerimize saygı ve sahip çıkma noktasında yazı ve yorumlardan doğabilecek sıkıntılara karşı gerekli önlem ve özen göstereceğim.


- İnanca ve Etnisiteye Saygı: Ayrım gözetmeksizin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle hiçbir kişi, topluluk veya kurumu aşağılamasına yönelik kişisel blogumda yönelik yayın yapılmayacak.


- Düzeltme: Hatalı yayınlarda kurum ya da kişilerin yayından dolayı doğabilecek; maddi/manevi mağdur olmaları durumunda gerekli düzeltme en kısa zamanda tekzip edilecektir.


Yukarıda ana başlıklarıyla sıraladığım yayın ilkelerinin maddeleri kapsamında yayın yapacağım. Saygılar.

8 Mart 2007 Perşembe

Yıllar Sonra: Hasan Hüseyin Korkmazgil

Hasan Hüseyin Korkmazgil,
karakalem portresi



Dostum dostum güzel dostum

bu ne beter çizgidir bu

bu ne çıldırtan denge

yaprak döker biryanımız

bir yanımız bahar bahçe
 
- Hasan Hüseyin Korkmazgil






Demiryolu işçisinin oğlu olarak Gürün'de doğdu Çocukluk yıllarını yoksulluk içinde geçiren Hasan Hüseyin, Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü'nü bitirdi. Öğretmenliğe başladı ancak düşünceleri nedeniyle 141. ve 142. maddelerden yargılanarak mesleğinden uzaklaştırıldı. İşsiz kaldığı dönemde arzuhalcilik, tabela ressamlığı ve hayvan yetiştiriciliği gibi çeşitli işlerde çalıştı. Ankara'ya yerleşerek önce Akis ardından da Karikatür, Taş, Akbaba ve Yön dergilerinde gülmece ve fıkra yazarlığı yaptı. Halkımızın değerlerine sahip çıkan bu şairimizin şiirleri çoktan şarkı oldu. En bilinenleri Acılara Tutunmak, başta Haluk Levent ve Ahmet Kaya, aşağıda yer verdiğim şiiriyse rahmetli Hasret Gültekin tarafından yorumlandı. Birçok şiire yer verdi hayatı boyunca, karikatür çizdi, düşüncelerini anlatmaya çalıştı. Her yazarımız, her şairimiz, her düşünür adamımız gibi ömrünü içerlerde geçirdi. Bu büyük ustayı saygıyla aynıyoruz. Ve kör olmadan onu görmeye çalışıyoruz iki gözümüzle...


Bak şu bebelerin güzelliğine
Kaşı destan
Gözü destan
Elleri kan içinde

Kör olasın demiyorum
Kör olmada gör beni...
Damda birlikte yatmışız
Öküzü hosça tutmuşuz
Koyun değil şu dağlarda
San kendimizi gütmüşüz
Hor baktık mı? karıncaya
Kırdık mı? kanadını serçenin
Vurduk mu? karacanın yavrusunu
Ya nasıl kıyarız insana

Sen olmasan öldürmek ne
Çürümek ne zindanlarda
Özlem ne ayrılık ne
Yokluk ne yoksulluk ne
İlenmek ne dilenmek ne
Işsiz güçsüz dolanmak ne
Gün gün ile barışmalı
Kardeş kardeş duruşmalı, koklaşmalı söyleşmeli
Korka korka yaşamak ne

Kahrolasın demiyorum
Kahrolmada gör beni

Kanadık toprak olduk
Çekildik bayrak olduk
Döküldük yaprak olduk
Geldik bugüne

Ekmeği bol eyledik
Acıyı bal eyledik
Sırati yol eyledik
Geldik bugüne

Ekilir ekin geliriz
Ezilir un geliriz
Bir gider bin geliriz
Beni vurmak kurtuluş mu?

Kör olasın demiyorum
Kör olmada gör beni...


YAPITLARI
ŞİİR KİTAPLARI
- Acıyı Bal Eyledik, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1973
- Oğlak, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1972
- Kızılırmak, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1966
- Temmuz Bildirisi, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1965
- Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1974
- Ağlasun Ayşafağı, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1972
- Koçero Vatan Şiiri, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1976
- Haziranda Ölmek Zor, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1977
- Filizkıran Fırtınası, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1981
- Acılara Tutunmak, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1981
- Işıklarla Oynamayın, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1982
- Kavel, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1963
- Kızılkuğu, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1971
- Kandan Kına Yakılmaz, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1985
- Tohumlar Tuz İçinde, Bütün Şiirleri, Bilgi Yayınevi, 1988

MİZAHİ HİKAYE
- Öhhöö! (1964)
- Made in Türkey (1970)
- Bıyıklar Konuşuyor (1971) ŞİİRLERİ

ŞİİRLERİ
- Acılara Tutunmak
- Acıyı Bal Eyledik
- Akarsuya Bırakılan Mektup
- Amenna
- Benden Bilmeyin Filizkıran Fırtınası 
- Haziranda Ölmek Zor
- Işıklarla Oynamayın 
- Kerbela Uzak Değil
- Kızılırmak
- Masal Kokusu Oranlama

BESTELENEN ŞİİRLERİ
- Amenna, Ahmet Kaya - Amenna
- Acılara Tutunmak, Ahmet Kaya - Acılara Tutunmak
- Berivan, Grup Yorum
- Güzel Günler, Ahmet Kaya - Güzel Günler
- Halay Havası, Ahmet Kaya - Halay Havası
- Haramiler, Ahmet Kaya - Haramiler
- Kadınlar, Ahmet Kaya - Kadınlar
- Kerbelâ Uzak Değil - Grup Yorum - Munzur Dağı
- Haziranda Ölmek Zor, Grup Yorum - Haziranda Ölmek Zor
- Şiddet, Ahmet Kaya - Şiddet
- Ortadoğu, Ahmet Kaya - Ortadoğu
- Temmuz, Grup Baran - Temmuz

YAZILAR
- Köprüye Varınca Köprü Yıkıldı - Hasan Hüseyin

20 Şubat 2007 Salı

Yunan Mitolojisinde 'Pandora'nın Kutusu'

 
Baş tanrı Zeus, tanrıların ateşini Olympos Dağı'ndan çalıp, insanlara götürerek ilk devrimi gerçekleştiren Prometheus'u ve ona yardım eden suç ortaklarını cezalandırmak için binbir kötü düşünceye dalar. Bütün kötülükleri beyin süzgecinden geçirdikten sonra aklına, bu kötülükleri beyin süzgecinden geçirdikten sonra aklına, bu kötülükleri içinde barındıran bir varlık yaratma fikri gelir. Bütün kötülükleri içinde barındıran bu varlığın adı ise “kadın”dır. Tabi bu varlığa kadın demeden önce yaradılış destanını anlatmak yerinde olacaktır.

Pandora'nın kutusu temsili
Baş tanrı Zeus, kadın yaratma fikrini hemen gerçekleştirmek için kolları sıvar. İlk olarak, oğlu olan demirci tanrı (sanatçı olarak da bilinir) Hephaistos'a bir parça toprağı suyla karıştırarak bir kadın yapmasını söyler. Hephaistos, Zeus'un dediğini yapmaya başlar ve usta becerisiyle kadına şeklini verir. Daha sonra ise bilgeliğin tanrıçası Athena, bu kadına el işlerini, beceriyi (dokuma, el sanatları v.s.) öğretir ve süslü kuşağını bu kadının beline sarar.

Sıra kadını kadın yapan özellikleri bu kadına vermeye gelince, devreye aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite (Türkçe de meşhur Afrodit) devreye girer. Aphrodite, bu kadının yüreğini arzularla doldurur, yüzüne zarafet serper, tutku, heyecan, güzellik, şehvet hepsini bu kadına kendi nefsinden aktarır.

Zeus'un kötü olarak nitelendirdiği bu kadına şeytani duyguları, yalanı, düzenbazlığı ise haberci tanrı Hermes verir. Son olarak ise Zeus, bu kadına can versinler diye dört rüzgarın esmesini emreder. Bu rüzgarlar esmeye başlayınca kadına can gelir. Böylelikle kadının yaradılışı Yunan mitolojisine göre gerçekleşir. Bu kadın yaratıldıktan sonra sıra ona süslemeye gelir. Bu süsleme görevini ise birbirinden güzel periler üstlenir. Periler onu süslü gerdanlıklarla, kemerlerle ve de çiçeklerle donatırlar. Onu akıllara durgunluk verecek bir güzelliğe büründürürler.

Son olarak sıra bu kadına isim vermeye gelir. Haberci tanrı Hermes ona “bütün tanrıların armağanı” anlamına gelen “Pandora” adını verir.

Pandora'nın kutuyu açması ile dünyaya kötülüğün yayılması
Pandora efsanesinin günümüze nasıl aktarıldığı konusunda bilgi verecek olursak eğer; tarihçi Hesiodos'un “Theogonia” (tanrıların doğuşu) ve (işler ve günler) adlı eserlerinde bu efsaneye yer verilmiştir.

Aslına bakılırsa bu efsaneye, Orta Doğu kökenli olan Adem ile Havva efsanesinin Yunan mitolojisine aktarılmış hali de diyebiliriz. Bu iki kültür arasındaki fark ise kadının yaradılış maksadındaki görüş ayrılığıdır. Zamanla bu görüş ayrılığının öldüğünü ise bu efsanenin Hesiodos'tan sonra bir kez dahi kaleme alınmadığını gördüğümüzde anlıyoruz.

Kadını her kötülüğün, derdin, belanın sebebi olarak görmek, kadını aşağılayıcı bir konuma yerleştirip ona kötü sıfatlar yüklemek Yunan anlayışına tersti. Bu nedenledir ki: Hesiodos'tan sonra bu efsane tekrardan kaleme alınmamıştır. Bu da kadının yaradılış nedeninin gerekçesi olarak, “kötülükleri doğurması” anlayışının geçerli olmadığını ispatlar.

Hikayemizin devamına gelecek olursak, Zeus Pandora'ya can verdikten sonra ve onun bütün kötülüklerle, çirkefliklerle aynı zamanda güzelliklerle donandığını gördükten sonra sıra Prometheub'tan ve insanlıktan öç almaya sıra gelir. Zeus Pandora'nın eline kapalı bir kutu verir ve onu Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a (aklı başına sonradan gelen, geç uyanan anlamına gelir) gönderir.

Olacakları önceden görebilen kahin Prometheus bunun üzerine kardeşi Epimetheus'u Zeus'tan gelecek hiçbir hediyeyi almaması hususunda uyarır. Fakat Epimetheus hediyeyi elinde tutan güzel Pandora'yı görünce kardeşinin nasihatlarını unutur ve bunun karşılığında insanlığa en büyük kötülüğü getirir (güya bu kötülük kadındır). Epimetheus, Pandora'nın çekiciliğine karşı koyamaz ve yapacağı en son şeyi ilk sıraya koyarak onunla evlenir. O zamana kadar insanlar (erkekler) kötülüğü, hastalığı, sıkıntıyı, yalanı bilmiyorlardır. Yeryüzünün bütün kötülükleri Pandora ile birlikte bu kutuyla gönderilmiştir. Tek yapılmaması gereken ise bu kutunun açılmamasıdır.

Zeus'un eline tutuşturduğu kutuda ne olduğunu merak eden Pandora bu merakına daha fazla dayanamayarak bu kutuyu açar. Bu kutu açılınca ne kadar kötülük, dert, kıskançlık, hastalıklar, açlık, yaşlılık, delilik, ahlaksızlık varsa yeryüzüne saçılır. Pandora bu kutunun kapağını kapatmak istese de; çok geç olmuştur. Artık yeryüzü bu kötülüklerle olumsuzluklarla çevrelenmiştir. Buna rağmen Pandora kutunun içinde tek kalan yeşi yani insanları bu kadar olumsuzluk karşısında avutan, insanlığın tek ilacı ise “UMUT'tur.

14 Şubat 2007 Çarşamba

Dünya Böyle Bir Yer Değil

Dünya insanları

Bugün ki; yazımı çok uzun tutmadan Türkiye'deki din ve ırk üzerinden oluşturulmaya çalışılan toplumun bölünmesi üzerine yazacağım. Görüş olarak kendi kişisel görüşümü değil, Türk toplumunu şuan ki: hali ile dışardan gözlemleyen Fransız sosyoloğun sözlerine yer vereceğim. 

Fransız sosyolog Prof. Dr. Jose Casanova, memleketimizdeki yapıyı şöyle tanımlamış: "Müslümanlar İçin Fazla Laik, Aleviler İçin Fazla Sünni, Kürtler İçin Fazla Türk" Ünlü toplumbilimci tespiti eksik yapmış. Bizim toplumda devlet, her kavrama karşı zıttını destekler. Mesela sünniye karşı, alevidir yeri geldiğinde. Türke karşı, kürt -laik olana karşı müslüman -kendi vatandaşına karşı yabancı -abazaya karşı muhafazakar olur. Örnekleri kelimelerin dağarcığımızın verdiği ilhamla -eş anlamlarıyla beraber çoğaltmak mümkün. 

Bir cümle ile özetlemem gerekirse mevcut sistem; halkın sosyal uyanışına karşı fazlasıyla devletçidir...

21 Ocak 2007 Pazar

Avrupa Tarihi ve Engizisyon Mahkemeleri

Hukuk

Avrupa tarihinde de bir ‘Karanlık Çağ’ var. Bunu her ne kadar toplumbilimcilerin çoğunluğu Avrupa’dan çıkması nedeniyle göstermemeye çalışılsa da; birkaç yazar-çizer kitaplarında bu karanlık çağı aydınlatmaya çalışıyor elden geldiğince.

Jorge A.Lıvraga Rızzı da bu yazarlardan bir tanesi. Kitabında bir bölümünde şöyle bir paragraf geçiyor. Değiştirmeden aynen aktarıyorum. “Din adamları ve politikacılar, tarih boyunca korkunç bir ortak yaşam sürdürmüşlerdir; siyaset daima dinin hizmetinde, din de, ne yazık ki; siyasetin hizmetinde olmuştur!” Bir başka paragrafta da argoyla karışık şu cümleyi kurmuştur Jorge: “Gerçeğin bilinmesi insanları özgür kılabilir; farklı mezhepler cehaletten dolayı birbirlerine düşman olmuşlardır. Boyunduruğu değiştirmekte bir yarar yok; esas olan, öküz olmayı bırakabilmektir!” İki sözde Avrupalı yazara ait.

İkincisinde argoyla karışık bir isyan havası seziliyor. Ama doğruluk payı çok yüksek. Kitapta Avrupa tarihinde bir dönem gurur abidesi olarak görülen Engizisyon Mahkemeleri ağır eleştirilere maruz kalıyor.

Çünkü; o dönemin ünlü bilim adamları diri diri yakılıyor. Ya da el ve kollarından atlara bağlanarak parçalanıyor. Akla gelmeyecek işkenceler yapılıyordu. İnsanlar inançlarını özgürce yaşayamıyor- en ufak bir harekette zindanlara kapatılıyordu. Kutsal kurumlar sayılan kiliselerde kurulan engizisyon mahkemeleri birçok insanı –birçok nedenden dolayı suçlayıp önce mahkum edip, sonra öldürüyordu.

Bugün bize “Ermeni Soykırımı'nı dayatıp, aydınlarımıza sözde “Özür Diliyoruz!” kampanyaları düzenleyenler, önce kendi tarihiyle yüzleşmeli. Hem bu eleştirileri ben değil, İtalyan asıllı yazar kitabında yapmış. Bana aslında fazla söz bırakmamış. Ama Avrupa Tarihi karanlık çağına bakmadan, bizi gerçekte “olmayan” soykırımlarla suçlamaya çalışıyor. Bu durum Avrupa’nın bize oynadığı basit bir oyundan daha fazlası değil!.