4 Kasım 2009 Çarşamba

Cemil Meriç: Bir Ülkenin Eşiğinde

Cemil Meriç, düşün adamı

Bu ülke de solcu ya da sağcı yoktur. Namuslu ya da namussuzlar vardır!' diyebilmiş bir düşün adamı Cemil Meriç. Hemde kişilerin bir tarafta- (taraftarı olduğu ideolojiye hizmet ederek- en ateşli kavgaların yapıldığı bir zamanda ediyor bu sözü.) Cezasını da toplumdan dışlanarak ödüyor Meriç.

Cemil Meriç'i TRT2'de adına yapılmış Türkiye'nin Ruhu: Cemil Meriç Belgeseli'nde tanıma şansım buldum. Hayatına ilişkin enteresan kesitler var bu belgeselde. Cemil Meriç: 38 yaşında gözlerini kaybetmiş bir idealist öğretmen, genç yaşta çıkarıldığı mahkeme de 'Marksistim' diyebilmiş bir sosyalist, ülkesinin her zaman yılmaz savunucusu, durmadan yabancı yazarlardan çeviri yapan bir tercüman, ömrü sürgünlerde geçen bir aile babası, ülkenin bağımsızlık ve bütünlüğünü savunan bir vatansever... Saymakla bitmiyor Cemil Meriç'in özellikleri.

'Bu Ülke' eserinde hem ülke içindeki halka hem de onu aydınlatması gereken çevrelere ağır eleştiriler getirdiği gibi karanlıktan ışığa nasıl çıkacağımızı anlatıyor. 

Okumaktan gözlerindeki ışığı kaybetmesine rağmen okuma aşkını kaybetmemiş bir aydın, Cemil Meriç. Gözleri, kitaplara ulaşması için yol vermediğinde yardım alarak kulağı ile işiterek düşünmeye ve yazmaya devam etmiş, bir düşün adamı.

Şahsen ben çok şey kaybetmişim bunca zaman onu fark etmeyerek ilk işim bir kitabını alıp okumak olacak. [Yalnız burada hata bizde olduğundan daha çok eğitimcilerimizde -hiçbir öğretmenim eğitim hayatım boyunca Cemil Meriç'ten bahsetmedi. Bu yüzden hatanın büyük kısmı eğitimcilerimizde.] Geri kalan kısma kefilim kendi adıma. Çünkü; Ben kendi eksiğimi bir şekilde giderebilirim. Ama devletimiz bu büyük değere sahip çıkmayarak daha büyük bir ayıp işlemiştir. Asıl önemli olan bu hatanın düzeltilmesidir. Bir belgeselle olur mu? Biraz zor. Yine de bir adımdır bu yolda. Birde kişisel taraflarımız var her birimizin. 

Arkadaşlar Cemil Meriç'i fikirleri karşısında eleştirebiliriz, farklı şeylere inandığımız için. Ama hayat duruşu için kimse onu eleştiremez. Çünkü; İnsanlar hayatı boyunca birşeylere inanır. Onun mücadelesini verir. Taraf olur. Bedel öter. Büyük üstad, bedel ödemenin ötesinde bu ülkenin tarihinde bıraktığı eserlerle örnek olmuştur. Saygıyla anıyoruz. İlk işim bir kitabını alıp okumaya başlamak...

15 Eylül 2009 Salı

Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi

Hayatı sorgulayan filmler her zaman üzerlerine dikkati çekmiştir. Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesinde hayatın iki önemli gerçeği olan doğum ve ölüm üzerine bir sentez yapılmış. Filmi izleyemedim. Alt yazılı fragmana şöyle bir göz attım sadece. Fikir güzel, senaryo sağlam ve film her şeyiyle [senaryosu, yönetmeni, oyuncusu v.s.] Oscar'a 13 dalda aday. Holywood sinemasını Amerika'nın dış politikasında önemli bir etken ve ciddiye alınması gerekecek bir büyüklükte yer tuttuğu için genelde eleştirmişimdir. Yalnız yiğiti öldür hakkını yeme, demişler. Tek düze işlerin içinde özgün olan şeyler ise son zamanlarda çok az. Daha fragmanı izlediğimde; bizde neden böyle değişik işler yapılmıyor diye bir eleştiri geçti kafamda. Teknolojik ve bazı imkanlar sayesinde bir adım öndeler. Eyvallah bu kabul edilir. Yönetmenlerimiz, oyuncularımız ve en kritik olanı proje üretme aşamasında bir fabrika çalışan senaristlerimizde farklı, gerçekçi işler yapacak değerli kişiler var. Neden? bizim insanımız, oyuncumuz, senaristimiz,,, Oscar adayı olamasın. Daha kaçınılmaz olanı Oscar'ı alamasın...

Brad Pitt ve Cate Blanchett, filmin bir arşivinde
Gelelim filme; Oscar alır ya da almaz. Yalnız kurgusuyla, ele aldığı konuyla diğer filmlerden farklı. En başta Benjamin Button isimli kişi hayatını tersten yaşıyor. Yaşlı bir insan olarak doğup, yıllarca geçtikçe gençleşiyor. Filmin iki cümleyle özeti bu.

Fragmanını izlediğimde filmden aldığım bir başka mesaj şu oldu: hayatı tersten yaşayan bir insan, çocukluktan olgunluğa geçişin olduğu normal bir yaşamdan, olgunluktan direkt uzun bir hayata başlıyor. Avantajı yapılacak hataları ve durum değerlendirmeleri -yaşın verdiği bir deneyimle yapabilmek. Yanındaysa git gide gençleşirken; fazladan deneyim kazanmak. Benjamin Button'un hayatı tuhaf olmasının yanında gerçekten enteresan birçok yönüyle.

Her gün tekdüze bir hayatı yaşayan dünyadaki milyonlarca insan, eminim böyle bir hayatı yaşamak isteyecektir. Kim gençleşerek ölmek istemez ki...

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Hakkımda


Büyükada'da rast gelen bir dostla beraberken.

    Evli ve iki kız babası.

    Bir devlet dairesinde uzun senelerdir çalışmakta.

    Kitap okumayı, uzun yolculukları ve doğayı seviyor.

    İleride tek hayali  eşiyle beraber çocuklarını büyütmek, doğaya kaçmak ve inziva halinde hikaye-roman türünde eserler vermek...

6 Haziran 2009 Cumartesi

İnsansız Bir Dünya Nasıl Olurdu?

Alan Weismann‘ın yazdığı “The World Without Us” Türkçe karşıtı (Bizsiz bir Dünya) olan kitabında değindiği bilgilere göre biz olmadan dünya nasıl bir yer olurdu acaba sorusuna cevap vermiş.

Arizona Üniversitesinde profesör olan Alan Weismann kitabı için bilgi toplarken Türkiye'de gelmiş.

Buyrun, insansız bir dünyayı zaman içerisinde neler bekleyecek..


2 GÜN SONRA

New York şehrinin tünellerini ve metrolarını sular basacak.


2-4 YIL SONRA

Sular ile dolan şehirde binaların temelleri zarara maruz kalacak
ve yollarda çökükler meydana gelecek.



5 YIL SONRA

Temeli hasar gören binaların yıkılmaya başlamasıyla beraber
gaz borularından yangınlar meydana gelecek.




7-10 YIL SONRA

Yangınların diğer binalara sıçramasıyla zaman içerisinde binalar
çöküntüye uğrayacak ve birer harabeye dönüşecekler.


20 YIL SONRA

Üzerinden mevsimlerin geçmesiyle beraber
binalar çürümeye başlayacaklar.




50 YIL SONRA
Bakımsızlık nedeniyle metro tünellerinin çürümesiyle 
beraber yollarda dereler oluşacak.

300 YIL SONRA
Şehirlerin tüm kısımlarını yabani otlar ve bitkiler sarmalayacak,
yapıların çelik kısımları hariç diğer yerleri çürüyerek yok olacaklar.

500 YIL SONRA
Yabani bitkilerin tüm şehiri kaplamasıyla beraber
şehirler tamamiyle doğanın olacak,
belki de yeni yeni hayvan türleri türeyecek.


15 BİN YIL SONRA
Dünya’nın ısısının azalmasıyla buzullarda
artma olacak ve dünya git gide buzula bürünecek.

FİNAL

14 Mayıs 2009 Perşembe

Eiffel Kulesi Hikayesi

Paris'in, hatta Fransa'nın sembolü haline gelen Eiffel kulesi hakkında ne biliyorsunuz? İşte kulenin inşası ve hikayesi...

Eiffel Kulesi aslen 1889 yılında Exposition Universelle isminde uluslararası bir sergide turistleri etkilemek için inşa edilmiştir. Amacı Paris silüetine etkileyici bir öge kazandırmaktır.

Fransız mühendis Gustave Eiffel tarafından tasarlanan kule, 17. yüzyıl estetik anlayışına pek uymadığı gerekçesiyle şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir. Yazar Guy de Maupassant kuleyi görmek istemediği için sık sık kulenin tepesinde yemek yemeyi tercih etmiştir. Eiffel kulesi 1931 yılında New York'da Empire State binası inşa edilene kadar en yüksek bina olma özelliğini elinde tutmuştur. Günümüzde Paris'in simgesi haline gelen Eiffel Kulesi yakın zamanda yenilenmiş ve ışıklandırılmıştır.

Kulenin ilk katında Gustave Eiffel ve 1889 yılındaki sergiden görüntülerin izlenebileceği bir kısa film gösterilmektedir. Orada da görülebileceği gibi kulenin yapılış amacı simge olması değildir. Ancak 324 metre yüksekliğindeki bu kule bugün Paris'in ilk akla gelen anıtları içerisindedir.

Kulenin inşasında 18,038 adet çelik parça kullanılmıştır. Parçaların birleştirilmesi için 2.5 milyon civarında perçinleme işlemi yapılmıştır. 50 ton boyanın kullanıldığı kulenin her 5-7 yılda bir tekrar boyanması gerekmektedir. İnşasından bugüne kadar defalarca boyanmış ve toplamda 850 tondan fazla boya harcanmıştır. 1985'te ilk kez düzenlenen kule ışıklandırılmasında 352 sodyum sarı-turuncu lamba yerleştirilmiştir.

19 Nisan 2009 Pazar

Zeitgeist Nedir, Ne Değildir?

  Herkes birşeylerin değişmesini ister mevcut devlet düzeninde. Bazı eksiklikler görür kendince. Ama değişmesini istediği şeyler için çok az insan çaba verir. İşte Zeitgeist'ı izlediğimde aldığım -ince mesaj bu oldu.

ABD Federal Merkez Bankası'nın basmış olduğu 1 adet 100 USD banknot

Belgeseli izledikten sonra ciddi şekilde durup düşündüm. Kapalı bir yaraya neşter atılması gibi bütün problemleri döküldü önüme. Dinin devlet düzenindeki yeri kafamda kabaca daha netleşti. Ve laikliğin aslında Türkiye'nin -can damarı -olduğu bir kez daha doğrulandı ve eleştirileri de beraberinde geldi. Yürütülen politikalarının kesinlikle -millet ve vatan çıkarları doğrultusunda kullanılması gerektiği -koltukların rant kapısı olmadığını açıkladı belgesel. Ve dinlerin temellerinde hep aynı yalanların yatmakta olduğunu -sürekli bunların kullanıldığını -halkın devlete [krizler yoluyla] muhtaç edildiğini de gözlemledim.

Olağan tarih sürecinden anekdotlarla toprak köleliğinden -modern köleliğe geçişte bunlardan bir tanesi. Belgeseli bölüm bölüm ele almamız gerekirse; mesela serinin 1.bölümünde; 11 Eylül Olaylarının altına uluslararası terörist gruplardan daha çok FBI ve CIA'ın parmağının olduğu, toplumu korku mekanizmasıyla yönlendirme -manipüle etmek için bir devlet politikası olarak mı? destekleniyor dış güçler. Guantanamo'daki tutukluların NEDEN? çoğunluğu bir dönem teşhir edildikten sonra sessizce salıveriliyor tekrar. Komplo teorisi üretmek bir yere kadardır bu işlerde. Çünkü; gerçekler -komplo teorilerinden daha ağır basar. Resmen Amerikan Devletinin halkına karşı tezgahladığı kusursuz bir cinayet var önümüzde... Görüp görmemek tamamen bizlere kalmış.

Çağatayca kendi sitesindeki Zeitgeist Nedir? Ne Değildir? yazısında enine boyuna anlatmış aslında. Avrupa ve Amerika'nın sadece dünyaya karşı değil -aynı zamanda tarihinde iç yapısına karşı dinamiklerine de sert eleştirilerini Avrupa Tarihi ve Engizisyon Mahkemeleri yazımda açıklamıştım elden geldiğince. Zeitgeist'i izlediğimde 1 serisinin son kısmında; Merkez Bankalarının ülkelerdeki yönetimlerden özerk bir kurum olarak -özel kişi ve kurumlara bir şebeke gibi hizmet ettiği vurgulanıyor. Küçük bankaların NASIL? faize bağlandığı -daha sonra suni krizlerle borç batağına batırılarak -çok küçük paralarla tekrar geri NASIL? satın alındığı -akabinde ekonomik fırsatların din kurumlarına hangi yollarla peşkeş çekildiği -Vatikan'ın dünya ekonomisinde NE KADAR? söz sahibi olduğu da yaşanmış hikayelerle betimleniyor. Derseniz; bizim ülkeyi ilgilendirecek bir durum yok. Var hocam var. IMF'de FED'e bağlı olduğu için göbek bağıyla -Başbakan'ın ülke adına attığı imzayla her bireyin bu işlerle az çok bağlantısı var yaşadığı ülke topraklarında. İlgililer bilgisiz belki, ama bilgililerin ilgisiz olmaması gerekli olaya...

Eğer belgesele ön fikirle yaklaşmazsanız. Serinin 2.bölümünde daha farklı şeyler bulabilirsiniz. Zeitgeist Hareketi -birçok din adamı ve kurumu tarafından -dini baltalaması nedeniyle tutulmadı ve sevilmedi. Kim? altındaki koltuğun çekilmesi ister ki. Şimdi çoğunluğu okumayan bizim gibi toplumlarda durumun bazı şeylerin ayırdına varmakta -vardırmakta zor. Japonya gibi ülkeler batı kültüründen ayrı -kendi kültürünü yaratırken; biz hala sen sağcısın git bu tarafa, sen solcusun devlet kademesinde ne işin var mantığıyla hareket ediyoruz. Yani suyu bir türlü hamuruyla kavuşturup ortaya bir şey çıkartamıyoruz. Sonra Zeitgeist tarzındaki belgeselleri Facebook desteklemekle yetiyoruz. Yaptığım bir özeleştiriden fazlası... Bizimde yeni oluşum ve hareketler içinde olmamız şart.

Yoksa daha birileri Avrupa kitaplığından masal okutturup -köprü de yalnız kalan adam misali Avrupa ile Asya arasında ikilemde daha çok bıraktırılacak. İnsanlarımızın ve ülkemizin hastalıklı adam muamelesi görmesini istemiyoruz artık. Bir isyan -bir başkaldırıdan daha fazlası gerekli. Halkımızın kendi insanlarıyla barışık olması-yeni işlerin başlangıcıdır... Zeitgeist'ı da Türkçe Alt Yazılı da olsa anlayabilmek onlardan biridir sadece,,,

Dipnot; Konu hakkında Google'ın http://video.google.com/ sayfasında Zeitgeist'ın Serisine ilişkin Zeitgeist The Movie ve Zeitgeist Addendum videolarını Türkçe Alt Yazlı olarak izleyebilirsiniz.

19 Mart 2009 Perşembe

Ötelemekten Bıkmışken Yalnızlığımı


Kara bir kıta sevdan,
Her ne yana dönsem orada bir yüzün var,
Tutsaklık değil benimki
Bilinçli bir sürgün hali...

Ötelemekten bıkmışken yalnızlığımı,
Yüreğimi seni sevmeye alıştırdım,
Bütün yalanların ortasında,
Tek bir gerçektin sen bana,

Ve seni aldım sol yanımın sıcaklığına,
Sen oldu bir tarafım,
Kışın bile sensiz üşüyemez oldum,
Yemeğim, aşım, tuzum,
İçten içe kanayan yaram...

Sonra yaz geldi, alıştırdı bu şehrin sokaklarında
yalnızlığın beni,
Aradan yıllar geçerken,
Usandı kabuk bağlamış sevdam,
Her demde vurdu bam telime,
Saz oldun, söz oldun,
Anonime yazılmış bir deyiş,
Mısralarım ranza dibe düştü,
Toprak oldun... 

8 Ocak 2009 Perşembe

Flickr'deki Portfolyom

Kadıköy - Eminönü Vapuru

Haydarpaşa Garı, bina ön cephesi

Haydarpaşa Garı binası

Haydarpaşa Garı, uzak çekim

Haydarpaşa Garı, denizden görünümü

Haydarpaşı Garı, Peronlar

Bulutlar Yolda

Deniz Feneri

Ulu Merhik

Anadolu Ekspresi - Pamukova İstasyonu

Foster&Co Piyano

İstanbul & Kolaj

Gözdağı