13 Ağustos 2023 Pazar

Gerçeklik algısının sorgulandığı günlerden geçmek

Uzunca bir süre bazı şeylerin müspet (olumlu) sonuçlanacağı kanaatini muhafaza eden insanlar zamanla umutlarını yitirebilirler. Bu durum günlerin içinde gerçeklik algısının sorgulandığı bir boyuta dahi ulaşabilir.

Algıların bulunduğunuz konuma göre gerçekliğinin değişmesini anlatan bir karikatür

Camus'un, 1947 senesinde yayınlanan "Veba" adlı eserindeki şu sözleri hatırlıyorum: "Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir. İnsanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve insan her türlü sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz." 

Gençlikten itibaren -daha doğrusu şuurun oluştuğu o ilk çocukluk evresinden çıktıktan sonra her bir insan hayata dair birtakım kaygılar duyar. Bunlar beklentilerle de bir açıdan doğru orantılıdır. Yaşadığınız ülkenin şartları, içine doğduğunuz aile, akraba ve toplumun sosyal çevre içerisindeki statüsü, iş hayatınızdaki kariyeriniz ve özel yaşamınızdaki durumların toplamı kişinin bulunduğu noktayı belirler. Tabii birde coğrafya meselesi vardır. Onu da unutmamak gerekir. 

Algımızı etkileyen -son günlerde dışardan içeriye doğru etki eden ama ağırlıklı olarak içeriden dışarıya sonuç veren günlerden geçiyoruz. Memleketin genel durumları içerisinde düşünürsek klasik seçimler sonrası yaşanan ekonomik buhranlar söz konusu. Bazılarımız şunu diyebilir: "Dünya genelinde bir pandemi yaşandı ve çoğu sektör bundan olumsuz şekilde etkilendi..." Bu söyleme katılmamak elde değil ancak tek parametre bu değil, olamaz da.  


Ara ara düşünürken aldığımız eğitimin yeterli olup olmaması, hayata karşı aile-okul arasında gidip gelirken bireyin içine düşeceği gelecekteki şartlara göre hazırlanamamasının da bu gerçeklik algısını derinden etkilendiğini düşünüyorum. 

Eskiden yaklaşık bundan bir yirmi sene evvel geleneksel aile tiplemesi içindeki çoğu insanımız çocuğunun bir meslek sahibi olması için üniversiteyi bir gereklilik olarak görüyordu. Gelinen nokta da ise; üniversitenin artık tek başına kapı açacak bir anahtar olmadığı ortada. 

Peki ne yapmalı günümüz insanı? Ağırlık olarak bir ya da iki maaşla geçinen, ortalama maaş alan, çocuklarını bir meslek sahibi yapmak için ömür boyu didinen, emekliliğinde dahi rahat etmeyeceğini düşünen (az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerdeki) bu insanlar ne yapmalı? 

Eğitim dışında bilhassa bir dil öğretmenin -özellikle yurtdışına çıkış için gerekli olduğu vurgulanıp duruyor. Ama şu hiçbir zaman insanlara hatırlatılmıyor. Sürekli olarak yüksek maaşlı bir iş bulmak için yurtdışına gitmek için iyi bir üniversite ve dil öğrenmek olduğu söylenip duruyor. Peki insan sadece üretim araçlarının bir parçası olmak için mi var ediliyor? Orta Çağ'daki tabloları var eden gününün dertlerini yansıtan sanatçıları var edecek insanlara gereksinim duyulmuyor mu artık? 

İnsanda maalesef bir otonom araç halini alıyor, yavaş yavaş. Doğaya dönmekten ve orada eski tip üretim yönlerine günümüzün yenilikçi anlayışını da (ekolojik sistemi) tahrip etmeden yeni bir düzen kurmaktan başka çare bırakmıyor. 

Bir duvar sanatçısının yaptığı protest resim çalışması

Sürekli ama sürekli yaşamak için birçok kuralın uygulanması gereken ve insanların bu döngü içinde kendini tükettiği metropoller yaratmaktan başka ne işe yaradı, Sanayi Devrimi. Binlerce yıldır Rönesans ve Reformları bir kenara bırakırsak insana, insanlığını hatırlatacak ne yaptık? Arada ülkelerinin bağrında çölde açan birkaç nadide çiçek gibi büyük edebi ustaları ve sorunları göbekten anlatan sinemacıları da saymazsak. 

Mahvediyoruz. Bütün iyi şeyleri, güzel duyguları katlediyoruz. Beton üstüne beton döküyorlar, şehirlere. Ama çizilip yazılmaktan ve konuşulmaktan öteye geçilmiyor. Ve böyle gerçekten yaşanmıyor. 

Gerçeklik algımızın sorgulandığı günlerden geçiyoruz. Anladığım kadarıyla nefessiz kalana kadar bütün insanlığı boğacaklar, bunlarla. İnsanlar bu kadar kalabalık olmasına rağmen herkes bireysel olarak kendi sonunu ve ailesini düşündüğü için ağzını açıp bir şeyde demiyor, diyemiyor. 

Yaşamamız için üretmemiz gerekiyor. Bu kısmına yönelik bir eleştirim yok. Asıl sorun nasıl ürettiğimiz... Dünyadaki bütün dengeleri bozarak ve her şeyi yaşanmaz hale getirerek bir şey ortaya koymamız sonumuz getiriyor. Ve insanoğlu olarak doyumsuzuz. 

Gerçeklikle -kaotik bir kabusun arasında kalmış gibiyiz. 

Ve algılarımız artık istemsiz olarak bu gerçekliği sorguluyor.

"İçinde yaşamak istediğimiz ve çocuklarımıza bırakacağımız dünya bu mu?!" diyerek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yap: