Sürekliliğin, her türlü muhafazakarlığa, durağanlığa karşı “yolda”
olmanın metaforik anlatısını içeren kitap, modern toplumun birey
üzerindeki tahakkümüne karşı, alternatif arayışları çerçevesindeki
kaçışlarından belki de tekniğin, teknolojinin giremediği en “son”
öyküyü anlatır.
Arabayla uzaklaşırken arkanızda bıraktığınız insanların düzlükte
ufalarak nokta haline gelip kaybolduklarını gördüğünüz anda
hissettiğiniz o duygu nedir? fazlasıyla büyük bu dünya, bizi ezip
geçiyor duygusudur bu; ve vedadır. ama biz yine de gökyüzünün altında
bir sonraki çılgın maceraya doğru koşarız.
Beat kuşağının önderliğini üstlendiği yola düşme özgürlüğünü
motosiklet ile bağlantılayıp, yeni kültürü tanımlayan film olan `Easy
Rider`de temelde bu kitabından kaynaklandığı söylenilebilir.
Mutluluk ve zevkten dans kendilerinden geçmişçesine dans
ediyorlardı sokaklarda, bense ilgimi çeken insanlar söz konusu
olduğunda hep yaptığım gibi peşlerinden sürükleniyordum, çünkü benim
için yalnız çılgın insanlar önemlidir,
Yaşamak için çıldıranlar, konuşmak için çıldıranlar, kurtarılmak için çıldıranlar, aynı anda her şeyi birden arzulayanlar, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen, yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenlere, “vay canına!” dedirten o muhteşem sarı patlayıcılar gibi yanan, yanan, yanan insanlar”
“Yolda” gidişin sonu ve amacı yoktur, yolda olmak amacın kendisidir.
Bir defasında “öldüğümüz zaman bize ne olacak?” diye sordum.“ölmüşsen ölmüşsündür zaten, hepsi bu.” diye cevap verdi. odasında, psikanalistiyle birlikte kullandıklarını
söylediği bir zincir takımı vardı: narkoanaliz yapmayı deniyorlarmış,
ihtiyar boğa’nın, derinlere doğru indikçe kötüleşen yedi ayrı kişiliği
olduğunu keşfetmişler. en sonuncusu gözü dönmüş bir geri zekâlı, ortada
ise başkalarıyla beraber kuyrukta bekleyen ve, “bazıları piçtir,
bazıları değil, bütün mesele bu,” diyen ihtiyar bir zenci
İnsanların dünyasında adsız olmak cennette ünlü olmaktan iyidir.
cennet nedir ki zaten? yeryüzü nedir? hepsi zihnimizde.
Dean tam beş dakika lokantanın önünde dikildikten sonra içeri girip
yerine oturdu. “eee,” dedim “Dışarıda ne yapıyordun öyle yumrukların
sıkılı? bana sövüp böbreklerim hakkında yeni espriler mi düşünüyordun?”
dean sessiz sessiz başını salladı. “hayır oğlum, hayır oğlum, tamamen yanılıyorsun. öğrenmek istiyorsan söyleyeyim.”
“Söyle söyle, çekinme.” bütün bunları söylerken kafamı yemekten kaldırmadım. kendimi hayvan gibi hissediyordum.
“Ağlıyordum,” dedi dean.
“Yok canım, daha neler! sen hiç ağlamazsın ki!”
“Öyle mi dersin? neden ağlamazmışım?”
“Ağlayacak kadar canın yanmaz da ondan.
dean sessiz sessiz başını salladı. “hayır oğlum, hayır oğlum, tamamen yanılıyorsun. öğrenmek istiyorsan söyleyeyim.”
“Söyle söyle, çekinme.” bütün bunları söylerken kafamı yemekten kaldırmadım. kendimi hayvan gibi hissediyordum.
“Ağlıyordum,” dedi dean.
“Yok canım, daha neler! sen hiç ağlamazsın ki!”
“Öyle mi dersin? neden ağlamazmışım?”
“Ağlayacak kadar canın yanmaz da ondan.
Söylediklerimin hepsi kendime sapladığım bıçaklardı aslında.
Ya işte böyle, günbatımı olunca bazen nehir kenarındaki yıkık
iskeleye oturur, göz alabildiğine uzanan gökyüzünü seyreder,
inanılmayacak kadar büyük tek bir tümsek halinde batı kıyısı’na doğru
yuvarlanan o toy toprakların, başını alıp giden yolların ve sonsuzlukta
oturup hayal kuran insanların varlığını hissederim, derim ki çocuklar
ağlıyordur şimdi, ağlamalarına izin verilen yerde, o gece gökte yıldız
olmayacak, tanrı ayıcık pooh’dur, bilmez misiniz?
Akşam yıldızı çayırın üstüne ölgün ışıklarını döküyor olmalı,
Az sonra esaslı bir gece çökecek, dünyayı kutsayan, bütün nehirleri karartan, tepeleri sarıp sarmalayan, son kıyıyı da kaplayan gece, ve kimse kimseye ne olacağını bilmeyecek,
Yaşlanmanın çaresiz sefaletinden başka, işte o zaman dean moriarty
gelir aklıma, ardından ihtiyar dean moriarty, bulamadığımız baba, ve
gene Dean Moriarty.